Bazen tepetaklak gider her şey… Kendinizi dünyanın en lüzumsuz insanı görürsünüz…
Benliğinizi suçlayarak derinleştirdiğiniz kuyuya adeta isteyerek ve taammüden kendinizi hapsedersiniz…
Oradan çıkmak için aradığınız güç yoktur artık… Olsa de devekuşu gibi o kuyudan çıkmamak, sanki size zaman kazandırır. Zannedersiniz ki; biraz zaman geçerse, birileri durumunuzu görür ve el atar.
Bir anda sizi o çukurdan kurtaracak gücün sizden başkası olamayacağı fikri, aklınızdan uçar gider.
Bu durumun daha da derinleşmesi için birileri de canla başla çalışır… Asla derinlerde meydana gelen olayları saçıp dökemeyeceğiniz birkaç tanıdığınız, sizinle gereksiz diyaloglar kurma gayreti içinde, mevcut durumunuza tüy diker.
Zaten bu söz konusu birileri empati kurmayı da bilmediklerinden, kendinizi bir çuval gibi bırakmış bedeninizden ve zihninizden hiçbir sonuç çıkaramazlar.
Oysa kim bilir; zamanın birinde onlar da aynı durumu fazlasıyla yaşamışlardır. Ama ne hikmetse acı verdiklerini düşünemeden ruhsal ve zihinsel tacizlerine inatla devam ederler.
Böylece içinizde yaşadığınız tufan daha da derinleşir. Buna rağmen size hararetle bir şeyler anlatmaya çalışan ve bir “halt” yediğini düşünen tacizciye karşı, boş gözlerle bakmaktan kendinizi alamazsınız…
İşte tam o anda sizin düştüğünüz durumu fark edememesi bir yana, muhatabınızın nasıl bir istek, coşku ve hararetle bir şeyler anlatmaya çalıştığına inanamazsınız.
Bırakın inanmamayı; “Bir an önce basıp gitse de kafamı dinlesem…” cümleleriyle kendi içinizde konuşup durursunuz.
Yani düştüğünüz o kuyuda, derinlere doğru yol almaya devam edersiniz.
Kendinizi iyice suçlar ve iyice kabuğunuza çekilirsiniz. Bir tek “Allah beni kahretsin” demediğiniz kalır. Aslında demenize de gerek yoktur. Zaten demiş kadar olursunuz…
Çünkü kahrolma sürecinin tamama ermesi için elinizden geleni ardınıza koymazsınız.
Sonra birden hayatınızda değer verdiğiniz her ne varsa bir anda gözünüzde anlamsızlaşıverir.
En sevdiğiniz biri, tutkuyla bağlandığınız bir sevgili, saygı duyduğunuz bir büyüğünüz, daha önce gördüğünüzde aklınızı alan sevimli bir köpek yavrusu, ömrünüz boyunca sizi etkilemiş ve uzun zamandır yayınlanmayan bir filmin ekranda görünmesi, günlük kaygılarınızdan geçici de olsa kurtulduğunuz arkadaş iklimleri, duyduğunuzda kesinlikle sizi kahkahaya boğan garanti espriler… Ve daha neler neler… Bütün bunlar anlamını yitirmiştir.
İşin içinden çıkabilirseniz çıkın artık…
Bu cendereden kurtulmak da o kadar kolay değildir. Çünkü; size hayatı anlamsız kılan her neyse, tüm benliğinizi size sormadan esir almıştır. Sizin isteyerek veya istemeyerek yaptığınız katkılar da söz konusu esareti iyice pekiştirmiştir.
Bir an dağlara çıkma ihtiyacı hissedersiniz… Dağlara çıkıp gücünüz yettiğince avaz avaz bağırmak istersiniz. İstersiniz ki; içinizde her ne varsa bu feryad-ü figan esnasında, gökyüzüne doğru bir roket hızıyla basıp gitsin…
Niçin dağlar? Çünkü dağlar, bireysel ve toplumsal bilinçaltımızda “güven” duygusunun mekanıdır. Bakın türkülerimize… Dağlara demediğimizi bırakmamışızdır. Belli ki dağlar, dert ortağımızdır. O da yetmez, sırdaşımızdır.
Dağlardan başka seçenek gelmez aklınıza… Zira kaygılarınızdan oluşan sınırlamalar ve toplumun size biçtiği elbisenin ebadı, ihtiyacınız olan özgürlük nimetini nedense esirger sizden…
İşte bu sınırlamalar, çılgınlık diye tanımlanan bazı sıra dışı halleri, acımasızca sizden esirger.
Kimbilir; binbir nimetleri sunan bu toplum, bu sayede size verdiklerini belki de sizden almaya çalışır.
Oysa sizin aklınızdan; verdiklerini isteyen toplumdan, veremediklerini sorgulamak geçmemiştir.
Ama o saatten sonra yavaş yavaş sorgulama pozisyonuna geçersiniz. Düştüğünüz derin ve karanlık kuyudan yukarıya doğru bakarak, paylaşmayı bilmeyen topluma fena bir bakış atarsınız.
Boşa atılmış bir bakıştır bu… Çünkü kimseler fark edemediği için, sizi kurtaracak bir elin uzandığını da asla göremezsiniz.
İşte bu; uyanamayan ve duyamayanların, bir türlü uzanamayan elleridir.
HOŞÇAKALIN
Konu çok güzel açıklamış kendini , tabiki yazıya göre yaşayanlar ne yapacak buna ne demeli? Dipsiz kuyulardan çıkmak için çaba gösteren ama elinden tutulmayı bekleyen, çökmüş vaziyette olanları kastettim