Kadın ve erkek kimliği; gerek münferit anlamda gerekse aralarındaki ilişki bağlamından varoluştan bu yana sanattan felsefeye, sosyolojiden teolojiye birçok alana konu olmuş, hala da gündemimizin değişmez başlıklarından biridir.
İnsanlığın zihinsel kodlarında Adem ile Havva; erkek ve kadını temsil ederken, yüzyıllar sürecek olan kadının nakıs kaderi de bu yazılımcılar tarafından yazılmıştır. Birçok toplumda cennetten kovulmanın müsebbibi olarak gösterilen Havva’nın öyküsü tüm kadınlığa miras kalmış, kadın doğasına yerleşen suçluluk hissiyatı ataerkil toplumların güçlenmesine katkı sağlamıştır.
Evrenselliği yadsınamaz bir gerçek olan ataerkil düzenin zemini ise ilahi değil, tarihseldir. Kadınların davranışlarını ve haklarını sınırlandırmak isteyen eril zihin yapısı, bu amaç doğrultusunda gerektiğinde vahyi tevil etmekten de imtina etmemiştir. Allah’ın El-Adl esmasına ve “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. [Tin, 95/4.]” iddiasına rağmen erkek hegemonyası, Kuran’daki insan vurgusunu görmezden gelerek Yaratıcının bir cinsiyeti diğer bir cinsiyete üstün kıldığına inanmak istemiştir. Bir bilişsel egzersiz olarak İslamda Kadının Yeri’ni sorgulayan din âlimlerimiz, kadının cennete giriş vizesinde erkeğin mührü olması gerektiğine de kadınları inandırmayı başarmıştır.
Biyolojik yaklaşımla XY ve XX arasındaki o ufak farklılık gündelik yaşamın içerisinde devasa ayrılık ve ayrıcalıklara sebebiyet vermiştir. Erkeğin kadından üstün olduğuna inananlar, en yaygın teori olarak “güçlü olma” özelliğini ortaya koymuş ve fakat tarih boyunca kadınlar fiziksel güç gerektiren birçok işe zorlanırken gerektirmeyen işlerden ise dışlanmışlardır. Avcı toplayıcı toplumlarda dahi en gelişmiş kaslardan ziyade en gelişmiş sosyal becerilere sahip kişiler otorite iken, günümüz kadının kariyer basamaklarının önünde aşılması gereken onlarca engel bulunmaktadır. Çoğu kadın akademik kariyeri ile aile hayatı arasında tercih yapmaya zorlanırken, çalışan kadın ise ne ev ne de iş yaşantısında arzu ettiği taltifi görmektedir. Genetik avantaj olarak öne sürülen fiziksel dayanıklılık ne yazık ki kadının gündelik yaşamda sağladığı konfor sayesinde atalete dönüşmekten kurtulamamıştır.
Sonuç odaklı çalışan erkek beyni, süreç odaklı çalışan kadın beyni üzerinde tahakküm kurmaya çalışmaktan hiçbir zaman imtina etmemiş, karşılaşılan menfi olayların failinin kadın olması durumunda da ısrarla cinsiyet vurgusu yapmayı tercih etmiştir. Kimi zaman kadın kimliği; ülkelerin ve tüzel kişiliklerin gelişmişlik düzeyinin ispatında kullanılmış, kimi zaman ise yıllar süren bir gayretle ulaşılan kariyer hedefleri “XY’nin eşi” olma özelliğinin gölgesinde bırakılmıştır. Şempanzelerde dahi anlamsız şiddete başvurulmadan istikrarlı ittifaklar kurularak elde edilen alfa erkek olma özelliği, Homo Sapiens’lere gelindiğinde sevdiği için öldüren bir canlı türüne dönüşmüştür.
Layıkıyla yaşama ve yaşatma hakkına dahi haiz olamamış kadınlar; seçme ve seçilme hakkına sahip olmakla övünürken, 364 günün mutlak sahipleri tarafından armağan edilen Kadınlar Günü’nü her yıl büyük bir coşku içerisinde kutlamaktadır. Özgür bir varlık olarak yaratıldığı halde yaşam içerisinde köleleştirilen kadınlar, doğuştan gelen haklarının takipçisi olmaya başladığı için bugün fitne ve fesat çıkartmakla itham edilmektedirler.
Zihinsel kodlar kolay değiştirilemez belki ama anne olmayı başarabilmiş kadınlar olarak, çocuklarımızı değil esasında torunlarımızı yetiştirdiğimizin idrakine varabilirsek Dinde Erkeğin Yeri’ni de sorgulayabilen nesiller yetiştirebiliriz.
Güzel bir eleştiri yazısı. tebrikler…
Eksik olmayın Ali bey. Bu husustaki düşüncelerimin gelişmesine sağladığınız katkı büyüktür. Size olan minnetim yeni bir yazı konusu olabilir yorumlarda tüketmeyeyim
”Şempanzelerde dahi anlamsız şiddete başvurulmadan istikrarlı ittifaklar kurularak elde edilen alfa erkek olma özelliği, Homo Sapiens’lere gelindiğinde sevdiği için öldüren bir canlı türüne dönüşmüştü”
evrimin hiç olmadığını olduysa da asil genlerin maymunlar tarafından kendilerine saklandığını gösteriyor!
güzel tespitlerle dolu cesur bir yazı .
tebrikler .