‘Dindar’ kelimesini duyar duymaz zihni ‘kindar’ çağrışımından öteye zihni erişemeyen, kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyanlara diyecek sözüm yok.
Dindar kelimesini dinin semalar kadar geniş alanını daraltmak, kimi davranış ve algılayış kalıplarına hapsetmek, din gardiyanlığı yapmak diye yorumlayanlara da diyecek sözüm yok.
Dindar olmak demek, dünyada bulunuşunun anlamını Allah ile anlamlandırmak demektir.
Kainatın varlığını ve işleyişini yaratıcı kudrete müracaat ederek izah etmektir dindar olmak.
Ölümden sonrasını boşluğa ve hiçliğe değil ebediyete bağlamak, bu ölüm sonrası bilincini bugüne, şimdiye taşıyarak yaşamak demektir.
Sadece yeme, içme, üreme, delicesine çalışma ve ölme şeklinde tezahür eden haz odaklı, bedenin sınırlarıyla kayıtlı yaşama alanının dar duvarlarından pervaz edip her eylemini Rabbine bağlamanın uçsuz bucaksız hürriyetine yükselmenin adıdır dindarlık.
Benim bahsettiğim, azıcık ifade ettiğim bu dindarlık biçimi, dini ve inancı bir ezber, bir kliğe mensup olmak, futbol taraftarlığı gibi algılamak değil, ‘varoluşu dinle aydınlatmak’ anlamındaki ‘varoluşsal dindarlık’tır. Bunun felsefedeki varoluşçulukla filan bir alakası yok.
Dindar olmanın somut yansıması olan ahlak ise her alanda yaradılışa uygun ilkeli davranmanın diğer adıdır. Fakat maalesef biz toplum olarak ‘ahlak’ı sadece kadın-erkek ilişkileri düzlemine indirip boğmuşuz, alanını daraltmışız.
Halbuki ahlakı hayatın her alanına yansıtan bir anlayışı kuşanmak icap eder. Örneğin, müşterisine söz verdiği gibi a kalite kumaş yerine (nasıl olsa karşı taraf anlamaz diye) b kalite kumaş veren iş sahibi, namaz da kılsa, tüm iddiaları ve görünüşü dindarlık üzere kurgulansa dahi iş ahlakı noktasında ahlaksızdır.
İhaleye fesat karıştıran, işinin kalitesiyle değil ahbap çavuş bağlantılarıyla iş tutan (ki Türkiye’de işleyiş tamamen böyledir desek yeridir) kişi ahlaksızdır. İşvereniyle sözleşmesine riayet etmeyip iş zamanı kaytarıp bilgisayarda oyun oynayan, kişisel işlerini takip eden, telefonda mesajlaşan çalışan, isterse alnı secdede çürümüş olsun ahlaksızdır. Örnekleri her alana uyarlayıp uzatın uzatabildiğiniz kadar…
Dindar ve ahlaklı olmanın ne demeye geldiğine dair çok kısa işaret levhaları koyduktan sonra gelelim ‘dindar nesil’ meselesine. Öncelikle, toplum mühendisliği yaparak, yukarıdan aşağıya, belli anlayış, tavır ve zihniyeti değişik metodlarla dayatarak, kalıptan çıkmış gibi aynı refleksleri gösteren tektip insan ‘yetiştirmek’ (özel yöntemlerle bonsai ağacı yetiştirir gibi) değil kasdımız.
Bunu zaten Hitler Almanyası, Mussolini İtalyası, Lenin Rusyası, bizde ise Kemalist fanatikler denedi, kısmen başardı. Fakat büyük bedeller ödettiler, tam manasıyla kindar, sistematik anlamda koşullanmış, mutsuzluk fabrikası kesin inançlılar türettiler…
En başta söyleyelim ‘yetiştirmek’ kelimesi bu bahiste çok tehlikelidir. Hele siyaset eliyle, devletin kurumları eliyle bunu yapmak çok riskli ve ilkesel açıdan sorunludur. O yüzden ‘yetiştirmek’ değil, ‘yetişmesine vesile olmak, yoldaki engelleri kaldırmak, en azından engel olmamak’tır aslolan… (Def-i mazarratın celb-i menafiden öncelikli oluşunu hatırlayalım.)
Siyaset erkinin ilk vazifesi engel olmamaktır, yoldaki barikatları kaldırmaktır, aşırı uçlara savrulmalara, hakka hukuka girmelere müsaade etmemek, kurumsal ve bürokratik kanalları olumlu yönde çalıştırmaktır.
Cemaatlerin, derneklerin, vakıfların önünü açmaktır. Dindar nesiller yetişmesine öncülük edecek, âlim, ârif, hoca, mütefekkir, münevver, fikir işçisi, hakiki sanatkar ve kanaat önderi gibi zatların toplumun genelinde, özellikle gençler nezdinde itibar görmesini, rol model haline gelmesini teşvik etmektir. (Ak partinin ve muhterem başbakanımızın samimi çabaları takdire şayandır.)
Dinin fıtratı gereği samimi, derin ve etkin şahıslar üzerinden sirayet etme, yayılma özelliği vardır. Toplumu ve değişik katmanlardan toplulukları bir kazan süte benzetsek, dini sahih temsil eden öncü kişiler bir kaşık maya gibidir.
Bir kaşık maya kazanlarla sütü mayalar ve dönüştürür. Türkiye ölçeğinde sadece Said Nursi, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Süleyman Hilmi Tunahan, Fethullah Gülen gibi zatların ismini saymak bile yeterlidir sanırım.
Öyleyse ‘dindar nesil yetişmesine vesile olmak’ adına öncelikle:
1- Metodik kemalizme saplanmadan, ‘hür muhakeme’ye sahip ‘yetenek’li, ‘iddia dindarlığı’nı değil ‘fıtrat dindarlığı’nı temsil eden nesilleri istemek,
2- Devletin imkanlarını sadece topçuyu, popçuyu, sanatçı denen zırtapozları, tanrısı para olan ama başarılı sayılan kapital ya da kariyer ikonlarını parlatmak için değil, yapısı gereği talep etmeyen, talep edilmeyi bekleyen âlimi, ârifi, mütefekkiri, münevveri, hakiki sanatkarı, kanaat önderi faziletli kişileri önplana çıkarmak, bir ilgi ve yönelime kapı açmak,
3- Dine teşvik adına öncelikle ‘his bulaştırmak'(dine yönelim başlangıçta akli olmaktan ziyade hissidir, his sonrasında akılla ve ilimle birleşirse ‘hakiki dindarlık’ın kapısı aralanır) gereklidir.
Ve ‘dindar nesil yetişmesi’ne ırmağın önündeki kayalar gibi engel olan, günümüz neslini ‘yaratıcıyla hiçbir ilişkisi olmayan’ adeta zombi bir nesle dönüştüren 5 büyük engel var:
1- Cinsellik ve cinsiyete yoğunlaşmanın hazcı etkisi
2- Komiklik ve stand-up kültürünün sığlaştırıcı etkisi
3- Müzik ve ritim bağımlılığının dondurucu etkisi
4- Kitle sporları ve futbolun bozucu etkisi
5- Teknoloji bağımlılığının narkoz etkisi
Bu konunun detaylı tahliline önümüzdeki yazılarda devam edeceğiz… Yorum, kanaat, düşünce, eleştiri ve katkı maillerinizi bekliyorum kıymetli okuyucularım. Selam ve muhabbetlerimle…