GİDİP BİR DE ONA SORUN
Beklesin
Yatakta karım
Beklesin beni.
Bu ilk gecemiz de olsa
Beklesin
Aklıma bir anekdot geldi.
Ali Rıza CEMEROĞLU
(Yazarın hazırlamakta olduğu
Binbir Anekdot kitabından)
Bahçıvanımız İlyas Efendi’nin küçük kızı Fâtime ile tanışmıştık ama İstanbul’da yaşayan büyük kızları Âişe’yi görmemiştik henüz.
Yaz günlerine rastlayan bir dinsel bayramın son günüydü sanırım. Bahçemizin balkonunda oturuyorduk eşimle. Bahçıvan evine giden yolda, önde bir bey, arkasında kara çarşaf içinde bir bayan bize doğru hiç bakmadan geçip gittiler.
Eşim, “kim bunlar?” der gibisinden baktı, anlamlı anlamlı bana.
“Sanırım, İlyas Efendilerin konukları. Bayram ziyaretine gelmiş olmalılar.” dedim.
“İyi de, bir selam vermez mi insan?”
“Belki görmemişlerdir bizi.”
“Çok hoşsun! Biz onları görüyoruz da onlar niçin görmeyecekmiş bizi?”
Ben böyle durumları düşünmem inceden inceye. Kim bilir, belki onlar bizden “Hoş geldiniz” dememizi beklemişlerdir; der, geçerim. Ama karşımdaki bir hanım… Ve benim eşim… Anayasamızda, “Kadınlar ille de kocaları gibi düşünmek zorundadır.” diye bir madde yok ya!
Yaklaşık on-on beş dakika sonra Sebile Hanım geldi.
“Gözünüz aydın Sebile Hanım! Kimdir konuklarınız?” diye sordu eşim.
“İstanbul’daki kızım Âiişe ve damat… Bayram ziyaretine gelmişler.”
“Ne güzel!.. İyiler mi?”
“İyiler, iyiler! Şey… Güler Hanım, bizde kalmamış, bir fincan kahveniz var mı? Damat kahve tiryakisi de…”
“Tabi Sebile Hanım! Var var…” deyip mutfağa koştu eşim.
Kendisinin her sabah kahvaltıdan sonra mutlaka içtiği “Mehmet Efendi” kahvesinden bir paket getirdi hemen.
“Hepsini verme Güler Hanım, bir fincan ver yeter.” dediyse de Sebile Hanım:
“Üzme canını, bende bir paket daha var. Haydi, bekletme kızını ve damadını. Selamlarımı söyle.” diye uğurladı.
Bir iki saat sonra, yine sessiz sedasız gitti konuklar.
Kapıya kadar uğurladıktan sonra kızını ve damadını, bize uğradı İlyas Efendi:
“Hüseyin Bey, Güler Hanım! Ne olur kusura bakmayın. Biraz yabânidir bizim damat. Ne gelirken uğradı size, ne giderken… Ben utandım, o utanmadı. Onun adına ben özür dilerim sizden.” diye yakındı biraz.
“Üzme canını İlyas Efendi. Gelip ziyaret ettiler ya sizi. Önemli olan bu.” diye teselli etmeye çalıştık; sevgili bahçıvanımızı.
Bir yıl kadar sonra, yaz ortalarıydı sanırım. Bir gün İlyas Efendi:
“Bizim büyük kız Âişe boşanmış kocasından, deyiverdi. Zaten tuhaf bir adamdı kocası. Anladığım kadarıyla sevmiyorlardı birbirlerini. İyi olmuş!” diye de ekledi.
“Canın sağ olsun. Nerede şimdi kızınız?”
“Evli olan kızının yanındaymış. Dün akşam telefon etti torun. ‘Dede, iznin olursa sizin yanınıza gelmek istiyor annem. Ne dersin?’ diye sordu. Size danışmadan evet de diyemedim, hayır da… Ne dersiniz? Müsaadeniz olursa biz üçümüz birlikte yaşar gideriz burada.”
“Ne demek İlyas Efendi! O sizin kızınız. Elbette gelecek; annesinin, babasının yanına. Sormana bile gerek yoktu. Gelsin tabii. Üstelik yardımcı da olur size.” dedik.
Gerçekten de bir hafta kadar sonra geldi Âişe. Kara çarşaf yoktu bu kez üstünde. Moral bozukluğundan olsa gerek hasta gibi bir hali vardı ve yüzü gülmüyordu hiç.
“Kolay değil, yıllar süren bir yuva yıkıldı. Anlayışlı olmanız gerek. Gün geçtikçe alışacak, düzelecek elbette. Bir şeyler anlatırsa dinleyin ama üzerine varmayın sakın. Sabırlı olacaksınız. Başka çare yok İlyas Efendi, başka çare yok Sebile Hanım.” dedik.
Eşim ayrıca:
“Ne zaman isterse gelsin bana. Konuşmaya, anlatmaya ihtiyacı vardır onun. Sabırla dinlerim ben. Ayrıca anne ve babayı dinlemez de çocuklar, başkalarının sözlerine daha çok değer verirler. Ara sıra sen ona, ‘Haydi Âişe, Güler Ablan çay, kahve içmeye bekliyor seni’ diye gönder bana.” dedi Sebile Hanım’a.
Sevdi, Güler Abla’sını Âişe. Sık sık gelmeye başladı; bir süre sonra. Her geçen gün biraz biraz azalıyordu çekingenliği.
“İzin ver, kahveyi ben yapayım Güler Abla” demeye, gülümsemeye, dahası kahkaha atmaya bile başladı. Bahçıvanlarımız, kızlarının bu durumunu gördükçe sevinçlerini dile getirip, “Allah sizden razı olsun Güler Hanım.” diyerek teşekkür ediyorlardı sık sık.
“Teşekkür edecek ne yaptım ki ben Sebile Hanım? Evde işimi yaparken, masada çalışırken bir yandan da kızınızı dinliyor, arada sırada bir iki çift söz de ben ediyorum. Hepsi bu! Değer mi teşekkür etmeye?” diyordu eşim.
Onca yıl eşi tarafından bir kez olsun fikri sorulmamış, insan yerine konulmadan hep horlanmış, sürekli azarlanıp konuşmasına bile izin verilmemiş bir hanım için eşimin yaptığı evet, hiç birşey değildi ama gidip bir de Âişe’ye sorun siz onu.
(Devam edecek)