Teknoloji endüstrisinin doğurup büyüttüğü sosyal platformlar tahmin edilemeyen bir hızda büyüyerek yine tahmin edilemez bir büyüklüğe ulaşmıştır. Çok sayıda kullanıcısıyla bir anlamda kontrolden çıktığı da söylenebilir. Teknolojik/dijital kimlikleriyle her türlü yeniliği kullanmaya açık olan kullanıcılar için bu kontrolsüzlük bir tehdit oluşturmaya başladığında; oluşum yaratıcısına (bir anlamda) canavarlaşarak geri dönmüştür.
Teknolojik bağımlılık, bu bağımlılığın medya tarafından göz ardı edilerek hakkında haber yapılmaması, bu konudaki araştırmaların yetersizliği, sosyal medya üzerinde yayılan sahte haber tehditleriyle baş etmeye çalışan ülkelerdeki kaos, filtreli fotoğraflarındaki gibi görünme isteğiyle yaygınlaşan estetik operasyonlar, intihar vakalarındaki inanılmaz artış, çeşitli isimlerle literature giren yeni psikolojik hastalık türleri, kutuplaşmanın dünyanın her yerinde hızla yayılması, hacklenen seçimler gibi konular yaratılan canavarın verdiği zararın sadece küçük alt başlıkları.
Dün bir yapım izledim. Neflix orijinal belgeseli logosuyla kameraya alınmış bu yapımın adı: “The Social Dilemma-Sosyal İkilem.” Bu yapımla endüstrinin detaylı incelemesinin yanı sıra akıl sağlığı ile sosyal medya kullanımı arasında bağ olup olmadığına ışık tutulmaya çalışılmış.
Teknolojik Kimlik
Dijital kimliğin yaratıcıları, izlediğim yapımda oldukça önemli paylaşımlarda bulunuyorlar. Katılımcıların tamamı; apple, google, reddit, tiktok, youtube, facebook, gmail, instagram, twitter, snapchad, whatsapp ve pinterst gibi sosyal medya kuruluşlarının ilk çalışanlarından oluşuyor.
Teknoloji endüstrisinin şirketleri bünyesinde geçirdikleri zaman için, özünde iyilik geliştirecek bir güç için çalışmakta olduklarını düşündüklerini söyleyen katılımcılar; ne de olsa kayıp aile üyelerinin birbirini bulmasına veya organ donörlerinin tespiti ile hastaların deva bulmasına aracılık ederek dünya çapında iyi şeylere vesile olduklarını düşünmekteymişler. Ancak madalyonun diğer yüzünün öyle olmadığını anlayan bir katılımcı, Haziran 2017 tarihinde Google’dan şahsi etik kaygıları sebebiyle ayrıldığını söylemektedir.
Kasıtlı bir cehaletten bahseden tüm katılımcıların birleştikleri ortak hisler ise; endişe ve sorumluluk duyguları. Bu duyguları çekim anlarındaki vücut dillerinden, mimiklerinden, samimi ve kaygı dolu anlatımlarıyla gözlerindeki bakıştan rahatlıkla anlamak mümkün.
“12 yıl önce twitter’ı yarattığımızda bunların hiçbirini beklemiyorduk.” diyerek öz eleştiri yapan eski bir twiter çalışanının sesi eşliğinde üç çocuklu bir Amerikan ailesinin sosyal medya bağımlılığını canlandırdığı sahnelerin izlenmesi yapımı belgesel olmaktan uzaklaştırarak izleyicinin empati kurmasını sağlaması adına çok doğru bir seçim olmuş.
Ailenin büyük kızı tehlikeyi çoktan fark ederek bu akımdan uzak kalmayı tercih etmiş ve bol bol kitap okuma görüntüleriyle en bilinçli üye iken, “baba” sosyal medya bağımlısı olup bu durumu sorun olarak görmeyen yetişkin aile bireyidir. Sosyal medya kullanımındaki tehdidi görerek önlem almaya çalışsa da tehdidin büyüklüğünü yeterince kavrayamaması sebebiyle çabası devede kulak olarak kalan diğer yetişkin birey ise “anne”dir. Ortanca çocuk yönlendirilmeye açık kişiliği ile arkadaşlarının eğilimleri ve sosyal medyanın çekiciliğine karşı koyamayan bir meteor taşı gibidir. Ailenin en küçüğü ise henüz 11 yaşını sürmektedir ve iflah olmaz bir sosyal medya bağımlısıdır. “Sosyal onay” girdabı içinde debelenen bu sevimli kız, az beğeni alan fotoğraflarını asla sosyal medya hesaplarındaki kişisel sayfasında barındırmayarak silmektedir. Yapım boyunca tüm anlatılanların bu aile üzerinden canlandırılması küçük izleyicilerin verilmek isteneni kavraması açısından yerinde olmuş.
“Tık” Tuzağı
Toplanan verilerin satılarak paraya dönüştürüldüğü şehir efsanesi gibi söylenip dursa da Facebook’u merkeze alarak değerlendiren bir katılımcı bu verilerin asla paraya çevrilmediğini söylüyor. Peki veri toplama konusuna neden bu kadar emek veriliyor, yatırım yapılıyor? Ne yapıyorlar bu kadar veriyi? Şunu yapıyorlar; hareketlerimizi öngören modeller oluşturuyorlar. Daha çok “tık” latmaya “like” latmaya çalışıyorlar. Beynimizi okumaya, hareketlerimizi tahmin etmeye çalışıyorlar. Örneğin: birkaç saattir sosyal medyada sörf yapan ancak yorularak kaydırma hızı yavaşlayan bir kullanıcıyı düşünelim; sistem alarm veriyor ve diyor ki “Eyvah uygulamadan çıkacak, bir şey yapmam lazım ki sistemden çıkış yapmasın!” Bu alarmla “Arkadaş ev aileyi görmemesi lazım ki dikkatini canlandırayım.” diyor ve başlıyor kullanıcı hakkında tuttuğu ve üzerine kafa yorduğu verileri kullanmaya. Verilere bakıyor ve görüyor ki kullanıcı en çok video izlemeyi seviyor. Hatta ve hatta en çok kış sporlarına ait kazaları izlemeyi tercih etmekte. Diyor ki; “Dur sana bu tür videolardan bir demet önereyim de benden ayrılma.” Bakıyor ki işe yaradı ardından şunu diyor; “Bakıyorum videolar ilgini çekti ve izledin öyleyse kış sporları seven biri olarak sana spor malzemesi reklamı da göstereyim. Ya da bulunduğun konuma yakın yakın kış sporları parkuru civarındaki otelleri tanıtayım.” ya da “Bak bu mont nasıl? Sen bunu beğenebilirsin. Çünkü alışveriş sitelerinde ürün ararken en çok işaretlediğin renkte bu mont. Yani: mavi!”
Benzersiz algoritmalarla beslenen bu yapının insanların sosyal medyaya bağımlılığının tedavi edilemez, geri dönülemez hale gelmesini amaçlandığı söylense abartılmış olunmaz. Bizim beslendiğimizi sandığımız ise yalancı bir emzik. Hani bebekler çok ağlamasın diye ağızlarına verilen eskinin plastiği şimdinin enva-i çeşit türdeki silikon emziklerinden bahsediyorum. Bebeğin gerçek gibi algılayarak içinden süt geleceğini sanarak var gücüyle emdiği yalancı emzikler. Emerken boş yere yorulup hava yuttuğu, sonrasında yuttuğu bu havayla bağırsaklarında biriken gazın anne babasına dünyayı dar eden bebekler gibiyiz. Ama; dijital emziğimiz var yaa gerisi ne gam!
Sanal Gerçeklik
2011 ila 2013 arasında başladığı öngörülen sosyal medya bağımlılığı akabinde Amerikan gençliğindeki depresyon verilerindeki artışın dikkat çekici hatta korkutucu olduğunu istatistiki veriler eşliğinde anlatan yetkili bir katılımcı; Amerikalı gençlerde ölçülen depresyon ve kaygı düzeyenlerindeki artışa dikkat çekmektedir. Kendine zarar veren ve hayatına son veren kızların sayısındaki hızlı artışın ne kadar kayda değer olduğunu söylemektedir. Kısa ve net cümlelerle anlattığı bir diğer konu ise; gerçek dışı güzellik anlayışının tutsağı olan ergenliğin henüz başındaki kızların, beğeni alma isteğinin ulaştığı seviyedir. Bu kızlar, filtrelenmiş fotoğraflarına benzeme eğilimiyle birlikte yıllar içinde kaydedilen stabil kayıtların üç katına kadar artış gözlenen intihar vakalarını söyleyen yetkili, dikkati sosyal medyaya çekmektedir. Kaygılı, kırılgan, depresif ve risk alma konusunda özgüvensiz olan bu ergen tayfasının sürücü belgesi alma oranındaki azalma trendinde olmasının en büyük gösterge olduğunu söylemektedir.
Sonuç
İnşa ettikleri şeyin tutsağı olduğunu itiraf ederken sosyal sorumluluk bilinciyle bizleri uyarmaya çalışan bu cesur silikon vadisi çalışanlarını tebrik etmek lazım. Perde arkasında dönen tüm dolapları bilmelerine ve bu konudaki tüm bilgi, birikim ve deneyimlerine rağmen sosyal platform kullanımlarını kontrol etmekte zorlandığını itiraf eden bu mangal yürekli endüstri çalışanlarının bir ortak noktası da çocuklarını dijital dünyadan ya uzak tutmaları ya da katı kontroller uygulamalarıdır.
Uyuşturan sosyal medyaya karşı, bağımlılık riskine karşı, çocuk psikolojisini alt üst etmeye çok müsait bu hassas konuda neler yapabileceğimizi ölçüp tarttık, tedbir almayı/çabalamayı göze aldık. Katlanarak gelen bu teknolojiye karşı özellikle çocuklarınızla izlemenizi tavsiye edeceğim bir yapım olmuş “The Social Dilemma-Sosyal İkilem”.
Google’nin sadece bir arama motoru olmadığı, Facebook’un da sadece arkadaşlarımızı gördüğümüz/iletişim kurduğumuz bir mecra olmadığı, kullanıcının bağımlılığı üzerine kurulu iş modellerinin tek amacının mümkün olduğunca çok ekran başında kalması olduğunu söyleyen katılımcılar yapay zekâ gelişiminin son hızla devam ettiğini vurgulamaktadırlar. Bu yapay zekâ modelleri aslında bize diyor ki: “Bize ömrünün ne kadarını verebilirsin?”
Sahi ne kadarını veriyorsunuz?
Yönetmen: Jeff Orlowski
Oyuncular: Bailey Richardson, Jeff Seibert, Joe Toscano, Tristan Harris
Yapım: 2020 Filmleri ABD
Tür: Belgeseller, Dram Filmleri
Kategori:Yabancı Filmler
Dil: Türkçe Dublaj