Didim‘de tatil yaparken çarşıya yakın bir banka olan Akbank‘ın önünden geçiyordum. Aniden rüzgarın savurduğu renkli not kağıtlarından bir tanesini yakaladım. Kağıdı elime alıp incelediğimde, üzerinde Japonca yazılarla dolu esrarengiz bir not buldum. Hemen cep telefonumu çıkarıp Google Translate uygulamasını kullanarak notu çevirdim. Notun içinde, “Nükleer silah aktifleştirme kodları” yazılıydı.
Bu beklenmedik keşif, tatil planlarımı bir kenara bırakmama neden oldu. Ancak bu sırada fark ettim ki, peşimde Japon istihbarat servisi ve Mozambik ajanları vardı. Çarşı içinde hızla yürüyerek, bu gizemli takipçilerden kurtulmaya çalıştım. Her köşe başında, izimi sürmeyi başaran ajanlar beni takibe devam ediyordu.
Bu sırada Google Translate‘in çevirisinin doğruluğunu sorguluyordum. Acaba gerçekten nükleer silah kodları mı yazıyordu bu notta? Didim’in sokaklarında kaçarken bir yandan da kendi başıma düşmüş olduğum bu casusluk olayının gerçek yüzünü anlamaya çalıştım.
Sonra Terzi Hasan‘ın bir iş hanındaki dükkanına geldim .
Dükkanın kapısını hızla çaldım ve içeri girdim. Terzi Hasan, makasını elinde sıkıca tutarak bana doğru bir adım attı. Şaşkın bir şekilde geri çekildim ve ona ne olduğunu sordum. O sırada Terzi Hasan, gizemli bir gülümsemeyle, “Madagaskar ajanlarından biriyim,” dedi.
Şaşkınlıkla geri adım atarken, Terzi Hasan anlatmaya başladı. Madagaskar‘dan gönderilen ajanlardan biri olarak, nükleer silah kodlarının peşinde olduğunu ve bu kodları ele geçirmek için iz sürdüğünü açıkladı. Aniden ortaya çıkan bu casusluk olayı, sadece Japon istihbarat servisi ve Mozambik ajanları ile değil, aynı zamanda Terzi Hasan gibi sıra dışı figürlerle de karşılaşmama neden olmuştu.
Terzi Hasan’ın makasla saldırısı, bir yandan Madagaskar ajanlarının ciddiyetini gösterirken diğer yandan da beni bu karmaşık entrikanın içine daha fazla çekiyordu. Didim’in sakin sokakları, beklenmedik bir casusluk olayına sahne olmuş ve benim gibi sıradan bir tatilciyi bir anda uluslararası bir maceranın içine atmıştı.
Terzi Hasan’ın dükkanından zorla kaçtıktan sonra Cumhuriyet Caddesi‘ne çıktım. Hızla koşarak Atatürk heykelinin önüne ulaştım. Ancak aniden, güçlü bir ışık topu belirdi, sanki bir zaman makinesinin kapısı gibiydi. Işıktan çıkan Alman polisi kılıklı askerler, kaçarak üzerime doğru gelmeye başladılar.
Almanca, “Dur, biz Alman Nükleer ajanlarıyız!“(Stopp, wir sind deutsche Atomagenten!) diye bağırdılar. Kalbim hızla atmaya başladı ve hiç düşünmeden koşmaya devam ettim. Atatürk heykeli etrafındaki meydanda, Alman ajanlarından kaçarken çevremdeki insanlar şaşkın bakışlarla olayı izliyordu.
Alman ajanları, beni yakalamak için koşar adımlarını hızlandırdılar. Sık sık arka sokaklara saparak, Didim’in dar sokaklarında onlardan kurtulmaya çalıştım. Ancak her dönemeçte, Alman Nükleer ajanları izimi sürmekte kararlıydılar.
Bu karmaşık macerada, Didim’in sakin caddeleri ve meydanları, uluslararası casusluk oyunlarının bir sahnesine dönüşmüştü. Alman ajanlarından kaçarken, bu gizemli olayların ne kadar derinlere uzandığını anlamaya çalışıyordum…
Kan ter içinde kalmıştım… Aklıma birden polisi aramak geldi… Neden daha önce düşünmemiştim! 3 haneli telefonu bile hatırlamakta zorlandım fakat… 112 miydi, 115?.. Merkezi camiinin oraya kadar gelmiştim… Birden telefonum çaldı… korkarak açtım… Kişi, emniyetten aradığını söyledi. Nerede olduğumu sordu polis. Merkez camiinin oradayım, gelin beni alın, kurtarın dedim. Bankamatikler vardı camiinin karşısında. O bankamatiklerin ikisinin arasına girdim. Konumu da polise attım. 2 dakika sürmeden bir sivil polis belirdi, kendini tanıttı. Elindeki şapkayı ve gözlüğü bana uzattı. Şapkayı ve gözlüğü taktım. 2 metre uzaktaki sivil araca bindik. Emniyete doğru yola çıktık….
devam edecek…