Hikmetinden sual olmaz yüce devletimizin zaman zaman öyle uygulamaları vardır ki, doğruyu söylemek gerekirse kelimenin tam anlamıyla saç baş yoldurur…
Benzeri bir uygulamaya da bu yıl içinde imza atan yüce devletimiz, kader mahkumu dediğimiz eski mahkumlara da kıyak yapmayı amaçladı…
Ama öyle az buz kıyak da değil hani!..
Günümüz koşullarında, kimi işyerlerine eski mahkumları belli oranda çalıştırma zorunluluğu getirilirken, bu bir anlamda mahkumiyeti bitmiş kişilere de hayata uyum sağlayıp, geçimlerini de sürdürme açısından sosyal bir güvenceyi de beraberinde getiriyor.
Malum bizim toplum olarak, özellikle suç işleyip, hapiste yatanlara karşı belli bir ön yargımız vardır. Her hapiste yatana gözü kapalı katil gözüyle bakar, toplum dışına itmek için elimizden geleni yaparız.
Devlet baba da bunu bildiği için özellikle son yıllarda ceza ve tutukevlerinde çok büyük radikal değişimler gerçekleştirip, mahkumları buralarda sosyal hayata hazırlayan bir takım çalışmalara yönlendirdi.
Bu çalışmalar sonucunda birçok mahkum okuma-yazma öğrenmesinin yanı sıra, meslek sahibi dahi olmaya başladı.
Tüm bunların dışında, cezaevleri artık mahkumiyetin çekildiği hapishaneler olmaktan çıkıp, ayrıca üretim yapan fabrikalara dönüştü.
Geçtiğimiz yıllarda yine bu satırların yazarı, bu köşeden konuyla ilgili Bandırma Cezaevinde yapılan çalışmalar ve iyileştirmeler ile ilgili görüşlerini defalarca yine bu sütunlardan aktardı.
Devlet baba, ayrıca cezaevinde bir meslek öğrenip, bu mesleğini cezasını tamamlayıp da, dışarıdaki hayata geçtiğinde kendi işini kurması için, bir takım kredi kullanma sistemlerini de geliştirerek, bunları yine eski mahkumlara yönelik uygulamaya koydu.
Sistemi de Adalet Bakanlığı bünyesinde yeni oluşturulan Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezi aracılığı ile işlerliğe sundu. Her il ve ilçelerdeki şubeleri ile de yapılan müracaatları değerlendirip, başvuruda bulunan eski mahkumların istekleri yönünde de cevaplamaya başladı.
İşte bu şube müdürlüklerine başvuran eski mahkumlar, kendilerine verilen yazılı bir belgede, “Kredi başvurunuz olumlu karşılanmıştır. Bunun için de gidip, falanca bankalara müracaat edin…” şeklinde bir cevapla karşılaşınca, ister istemez bir ümide, bir sevince kapılıyorlar…
Ancak, bu sevinçleri çok uzun sürmüyor. Banka şubesine gittiklerinde, bu ümitler, bu sevinçler, bu beklentiler bir anda hüsranla noktalanıyor.
Kredi almak için banka şubesine müracaat eden eski bir mahkum, nasıl kredi alabileceğini sorduğunda, kendisinden son çalıştığı iş yerinden en az 3-4 yıldır aynı işyerinde sigortalı olarak çalıştığına dair bir belge getirmesi, ardından da ya bir devlet memuru, ya esnaf, ya da emekli gibi iki tane kefil getirmesi isteniyor… Diğer istenen belgeler de cabası tabii…
Eski mahkumlar da buna isyan ediyor.
Neden ediyor, “Devlet, resmen bizimle alay ediyor” diye…
Dinliyorsunuz. Son derece haklılar.
Ya böyle bir sistemi işlerliğe koyup, insanların ümitleri ile oynamayın, ya da böylesine ağır şartlar istemeyin.
Şimdi, normal insanların, üniversite mezunlarının dahi günümüz koşullarında iş bulmasının imkansız olduğu bir durumda, eski mahkumların ne dereceye kadar iş bulabildiklerini varın siz hesaplayın.
Hani, o içerideyken düzenlenen iş edindirme kursları, meslek kursları hepsi hava civa…
Meğerse hepsi, göz boyama, toplumu kandırma, mahkumu aldatmadan başka birşey değilmiş…
Görünen bu çünkü…
Sadece ve sadece binbir umutla dışarıya çıkacağı günü büyük bir sabırsızlıkla ve iple çeken insanların ağzına bir parmak bal çalma, onları geçici bir süre için de olsa kandırmaymış.
Bugün, dediğimiz gibi yeri geldiğinde iki lisan bilen, üniversite mezunlarının iş bulamadığı bir Türkiye’de, bir eski mahkumun nasıl bir iş bulabileceği meçhullüğünü korurken, hadi diyelim ki şansı yaver gitti de, hasbel kader bir iş buldu…
Bulduğu işte sigortalı çalışması gerekir ki, kredi almaya hak kazansın!.. Böyle bir iş bulmak ise kelimenin tam anlamıyla bir mucize…
Diyelim ki, böyle bir mucize gerçekleşti ve iş buldu. Bu işten sağlayacağı gelir de çok çok asgari ücret kadar olacak. Üzerine çıkılması mümkün değil.
Ve gelelim asıl can alıcı noktaya…
Hepimiz biliyoruz ki, işverenler hiçbir işçiyi kesintisiz olarak bir tam yıl çalıştırmıyor.
Nedeni de, tazminat hakkı doğmasın diye…
Ya iki üç ayda bir sigortadan çıkarıp, daha sonra tekrar sigorta kapsamına alıyor, ya da 8-10 aylık olduğu zaman, varsa bir başka şirketine girişini yaptırıyor.
Anlayacağınız, bir işyerinde mümkün değil, 2-3 yıl çalışıyor görünmesi…
Öte yandan, bankalar sağlam kefil de istiyor eski mahkumlardan…
Ya devlet memuru olacak, ya müracaat ettiği bankadan emekli maaşını alacak, ya da piyasada itibarı olan bir esnaf veya işadamı olacak…
Hani bizim bir sözümüz vardır; “Tut kelin perçeminden…” diye…
Durum aynen böyle.
Bugün, Allah aşkına söyleyin, kim eski bir mahkuma kefil olur?
Kaldı ki, günümüzde “Zamanın çoksa şahit, paran çoksa kefil ol…” diye bir atasözümüz, tüm haşmetiyle geçerliliğini sürdürürken, bunun da ötesinde, nice sağlam işleri ekonomik koşullar yüzünden bozulan onca kişi varken, kim eski bir mahkumun “bana kefil olur musun?” isteğine olumlu cevap verebilir?
Tabii ki hiç kimse…
Ha, belki bu uygulamadan hali vakti yerinde, ailesi ya da çevresi son derece geniş, ekonomik durumu yerinde olan birkaç eski mahkum yararlanabilir… O da belki… Ya diğerleri?
Siz içeride yattığı süre zarfında, dışarıdaki hayata hazırlamak için sosyal alt yapıyı yaptığınızı düşünüp, bu arada da “Dışarıya çıktığında elinde bu mesleğinle seni havada kaparlar…” diye içten içe gaz verecek, büyük bir ümit beslemesine yol açacaksınız…
Sonra da, dışarıya çıktığında ise “Aaa kusura bakma, biz böyle düşünmüyorduk…” diyerek, sudan çıkmış balığa döndüreceksiniz.
Bunun adına da “Devlet Baba kıyağı!..” diyeceksiniz… Sevsinler…
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, ya insanlara ümit vermeyin, onların geleceklerine yönelik beklentilerine ipotek koymayın, ya da ümit veriyorsanız, gerçekleşecek bir sistem kurun.
Kredi mredi ham hayalden başka birşey değil…
Çocuklara verilen birer elma şekeri gibi.
Dahası, televizyon kanallarına çıkıp da, “Biz kader mahkumlarına şu imkanları sağlıyoruz… Bu imkanları sağlıyoruz…” diyerek övünmek de cabası…
Ne diyelim… Burası Türkiye işte…
Neyimiz doğru ki, bu işimiz de doğru olsun?