Dalgaların her çalkantısında kıyıya biraz daha yaklaştı. Ve acımasızca dışarı atıldı dev adam. İrkilerek kum tepeciklerine tutundu.
Yalnızlık bilinciyle kendini uzun kayıkta zannetti. Uzun kayıkta da olsa kaygılıydı. Kendini bir garip hissetti. Dalgaların önünde kum tepecikleri düzlendi. Yolculuğa başlamadan önce uzun kayığı satacaktı.
Deryada bir kayık iki kürek ve bir yürek. Yürekliydi deryada ve rüyasında yükseldiği uzayda.
Çadırını kayığına yakın kursa da garipti kumsalda. Kumsalda kimsesiz, çadırında yalnızdı. Ana, kardeş ve akrabasızdı. Sıkılıyordu kumsalda, dalgaların ninnisiyle sallanmalıydı gece gündüz.
Sabaha karşı balıklarla buluşur ve oltasını atmaya yetiştiremezdi. Sanki balıklar kayığın çevresine davetliydi. Günlük yiyeceğinden çok balık yakalardı. Yüklü bir balıkla çıkmıştı karaya. Karaya ayak basmıştı, yine de hoşlanmıştı kumsaldan.
Kara ateşin kızdırdığı kumda pişirmişti balıklarını. Balık pişirirken rastlamıştı ona çocuklar. Çocuklar öncelikle yakın durmamıştı ona ekmek ısmarlayana kadar. Çocuklara ekmek getirttiği için, onlara birer lira vermişti.
Çocukların yaşantısına girmişti bir lira ile dev adam. Ayrıca elma, armut ve üzüm için de birer lira vermişti onlara. Uzun kayığı yapıp satacak ve peşine de bot takacaktı. Onu da yapma hazırlıklarına başladı. İmkân tanısalar büyük motor dahi yapabilirdi.
İyilik dalgaların çalkantısında gizliydi. Onu bulup ortaya çıkartmalı diyordu. İçinde bulunduğu sefil durumdan başka nasıl kurtulabilirdi. Kaygısı yağmur ve kardı. Yağmurun fırtınaya dönüşmesini hiç çekemezdi. Kar taneleri beyaz örtüyü oluşturduğunda dalgalara sığınıp deryaya mı açılmalıydı. Akıl kârı değildi böyle düşünmesi. Kumsalda kalıp ağaç tipini eşelemek gerekirdi.
Tek yürek garipti, çadırında üşümek ve ıslanmak istemiyordu. Dalgaların rüzgârı giriyordu çadırından içeriye, halatı iğneden geçirmeye çalışıyordu. Çadırının önünde halatıyla mutlu, kayığıyla gururluydu. İki aydır uzun kayığın başındaydı. İki ay süresince, elma, armut ve üzüm getirdiler dev adama. Dev adam da ikişer lira verdi çocuklara.
Çocuklar o derece sevimli idiler ki, akşama kadar el üstün tutuldular. Dev adam dalgaların ucundan dökülüyordu kumsala. Kumsalda kum tepeciklerini onun için düzeltiler.
Çadır, kayık ve bot ile dev adam deryada dalgalarla oynaşmalıydı. İnatla sürdürmeliydi oyunu. Dalgaların oyunu bir tür sırdı, bulutlarda. Bulutlardan tepelere süzülüyordu kar taneleri arasında. Tepeler arasında da her hücresi devleşmişti. Gerçeği kuşatmıştı tüm sırrıyla sis. Bulutlar sisti, tepelerin arasında yalnız başına. Rüyada sis ve bulutlar açılır ve dağılırdı.
Çocuklar için, dev adam yüz kuruştu, elmada, armutta ve üzümde. Uzun kayık, ekmek ve peynirde yüz kuruş. Yüz kuruşluk günler geçti, son bahar geldi. Kumsaldan geçti yüz kuruş, hızla ve neşeyle. Kumsala üşüşen soğuk dalgalar çocukları uzaklaştırdı.
Fırtınaya aldırmadı, dalgaların kum tepecikleriyle ilgisini düşünmedi. Sabahın erken saatinde oltasıyla açıldı derya denize. Botunu da bağladı kayığının arkasına. Çadırını da aldı kayığına. İlerideki burunu aşacaktı. Bir süre orada kalacaktı. Bu durumda çocuklar yüz kuruştan, kendisi de tatlı meyvelerden mahrum olacaktı.
Gidiş o gidiş, derya yuttu kayığı, çadırı ve botu. Kayık aranıyordu, dalgaların çalkantısıyla.
Kaybolduğunda peşinden neler söylenmişti. Kayığı tabanından deldikten sonra ayaklarına taş bağlamıştı. Taşla birlikte inmişti dibe.
Dipte gözlemişti deniz kabuklularını, dip balıklarını ve vatozu.
Dev adam dalgalara mı, fırtınaya mı, yoksa sefil hayatına mı veya yalnızlığına mı yenilmişti. Hayata mı küsmüştü.
Kumsalda çadırının yeri ve kum tepecikleri yalnız kalmıştı.
Hasan TANRIVERDİ