Balıkesir Milletvekili Cemal Öztaylan ile yaşanan son olayları konuşuyoruz.
Gündemde bomba gibi patlayan partisinin kapatılması ile ilgili düşüncelerini bizlerle paylaşıyor.
Öncelikle, adının 71 kişinin içerisinde olmasından dolayı onur duyduğunun altını kalın çizgilerle çizerek vurguluyor.
“Neden listedesiniz?” diyoruz, Burhaniye konuşmasını işaret ediyor.
Hani gazetelere de yansıyan meşhur “Onlar cumhuriyet çocuğu da, biz Patagonya çocuğuyu muyuz?” nitelendirmesi!..
Bizler biliyoruz ki, Sayın Öztaylan’ın dilinin endazesi yok. Kendisi de inkar etmiyor bunu.
Fakat, bu sözünden dolayı da laiklik karşıtı olarak nitelendirilip de, aynı kefeye konulması ve 71 kişinin içerisinde yer alması da doğrusu çok garip geldi.
Tanıdığımız, bildiğimiz Cemal Öztaylan’ın laiklik karşıtı bugüne kadar herhangi bir ne söylemine, ne de eylemine tanık olduk.
Türban konusundaki tavrı ise “takan takar, takmayan takmaz” şeklindeydi.
Son derece modern bir Türk kadını imajı çizen eşi de, çağdaş Cumhuriyet kadınının tüm çizgilerini üzerinde taşıyor.
Birlikte çalıştığı ve çevresindekilere yönelik olarak bugüne kadar dini baskı oluşturacak en küçük bir girişimde bulunmadığını da biliyoruz.
Tüm bunları alt alta koyduğumuzda, endazesiz konuşmasının dışında dini provokasyona yönelik herhangi bir konuşmasını da duymadık.
Bunlardan dolayı da laiklik karşıtı odak oluşturmaktan dolayı hakkında suç duyurusunda bulunulması dediğimiz gibi çok garip geldi.
Aynı şeyi ne cumhurbaşkanı, ne başbakan ne de eski meclis başkanı için söyleyebiliriz!..
Onların bugüne kadar dile getirdikleri söylemlerle uyguladıkları eylemler, “olabilir” görüntüsü veriyor.
Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi, aynı kefeye konulmaktan dolayı da onur duyduğunu vurguluyor Cemal Öztaylan.
Yadırgıyor da tabii… Bu arada her daim dile getirdiği CHP karşıtı söylemleri de esirgemiyor. Cumhuriyet meydanına yaptırdığı çalışmalardan ve ağaçları budatmaktan dolayı dokunulmazlığının kaldırılmasının istenmesini de bir türlü hazmedemiyor ve sık sık da dile getiriyor.
Gazetemizin dünkü sayısında neler söylediğini okudunuz. Bir kez daha burada tekrarlamaya gerek yok.
Şu var ki, kendisini her türlü sona hazırlamış bir görüntü çizmeye büyük özen gösteriyor.
Aslında önlerinde çok uzun sayılabilecek bir süreç olmasına karşın, “her türlü sonuca razıyım” der gibi bir havada.
“Biz memleket sevdalısıyız” diyerek, olası bir siyasi yasaklı olması durumunda, tekrar Bandırma’ya dönüp, dükkanının başına geçeceğini ve daha önce yaptığı gibi yine dondurma satacağını da vurguluyor.
Vurguladığı bir başka durum ise “ben halkın içinden biriyim” imajı.
Görev süresi sona erip de, artık halkın içine çıkamayanları işaret edip, “Ben sine-i millete dönmeyeceğim. Zaten milletin sinesindeyim…” diyerek bazı adreslere de göndermede bulunuyor.
“Neler olur?” diye soruyorum, sona erdirmeden söyleşiyi son olarak, çok vahim bir tablo çiziyor.
“Pazartesi göreceğiz bakalım” diyerek, doların 1.30 YTL’yi, euronun da 2.00 YTL’yi geçeceğini, borsanın düşeceğini belirtiyor.
Gerçi bunları söylemek için müneccim olmaya da gerek yok ya, ama dedikleri bir bir çıkıyor.
Bu da ülkemizin ekonomisinin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunun da işaretini veriyor.
Yaşanacak süreci hep beraber takip edip, birlikte izleyeceğiz. Neler olacak, nasıl sonuçlanacak göreceğiz.
Ama o kadar kolay olmayacağı da bir gerçek.
Bu kez kırk yıllık hukuk adamı kimliği ile Bandırma eski Cumhuriyet Başsavcısı Ünal Yalıncak ile konuşuyoruz.
Bu konuda konuşacak en yetkin kişilerden birisi olduğu muhakkak.
Her şeyden önce tam tamına 40 yıllık bir deneyimi var ve bu deneyimin çok önemli bir kısmını da başsavcı makamında geçirmiş bir bilgi birikimi.
Yalıncak da, parti kapatmaların çözüm olmadığına dikkat çekiyor ve geçmişi işaret ediyor.
Evet, doğru. Geçmişte Milli Nizam kapandı, Refah oldu, Refah kapandı Fazilet oldu, Fazilet kapandı Saadet oldu.
Çözüm oldu mu? Tabii ki hayır.
Öyleyse, parti kapatmak, demokrasi ile yönetildiği iddiası içerisinde bulunan Türkiye’yi, AB kapısında gerçekten komik duruma düşürüyor.
O zaman çözüm başka bir yönde olmalı. Yasal değişiklikler bu yönde gerçekleştirilmeli.
Yalıncak’ın işaret ettiği bir başka nokta ise suçun bireyselliği.
Yani, kişilerin bireysel olarak suç işlediği ve bu suçlardan dolayı cezalandırılmaları gerektiği.
Aksi takdirde, örgütlü suçlar kapsamına girmesi gerektiğine de dikkat çekiyor ki, bu suç kapsamının da örgütsel bir nitelik taşımadığını da söylüyor.
Evet, bugün AKP’nin Meclis’te 340 sandalyesi var.
Diğer taraftan da parti yöneticilerinin yanı sıra belediye başkanları ve diğer yöneticiler de laiklik karşıtı konuşma yaptıkları gerekçesiyle 71 kişinin içinde yer alıyor.
Eee, peki bu tavrı sergilemeyen ve dışarıda kalan binlerce kişinin günahı ne o takdirde? 71 kişi konuştu diye, konuşmayan binlerce kişiyi cezalandırmak ne kadar doğru? Bunun yanı sıra, yine 71 kişi için, bu partiye oy veren milyonlarca kişi de yine cezalandırılmış olmuyor mu?
Sonuçta, yaşanılan süreç bana göre gerçekten bir demokrasi ayıbı. Belki benim bu görüşüme katılmayanlar olacaktır, ama
demokrasinin gerçek anlamda işlerlik kazandığı ülkelerde, hukukun üstünlüğü de tartışma getirmeden uygulanıyor.
Tüm bunlar akıl ve mantık süzgecinden geçirilerek, suçu kim işlediyse o kişinin cezalandırılması, siyasi yasak ise siyasetten uzaklaştırılması, hapis ise hapse atılması en doğru çözüm değil mi?
Haa bu durumda da devreye dokunulmazlık zırhı giriyor ki, bunun mutlaka aşılması gerekiyor. İşte, parti yöneticilerinin şapkalarını önlerine koyup, bunu da iyice gözden geçirmeleri gerekir.
Ya tarihe parti kapatan genel başkan sıfatıyla geçecekler, ya da dokunulmazlıklar zırhından sıyrılıp Türkiye’de de gerçek anlamda demokrasinin yerleşmesine katkıda bulunacaklar.
Avrupalı parlamenterin canı yok mu? Onlar kürsü dokunulmazlığı ile yetinirken, bizde neden böylesine geniş kapsamlı bir zırhın arkasına saklanıyorlar ki?
Demokrasi sadece sözle istemekle olmuyor. Bunun için girişimde de bulunmak gerekiyor çünkü..