Çadırını, derenin denize döküldüğü, yere kurmuştu. Kardeşim, çadırınızı yukarıya çekiniz, diye ikaz etmişti. Çünkü çadırı kuran, yabancıydı, yağmur ve sel olayını düşünemezdi.
Öğretmen okulunda, masa tenisi oynamaya gidiyorduk. Bu ara ilçede futbol maçları da başlamıştı. Maça gittiğimizde çadır, yaban arısının yuvası gibi yerindeydi. O gece inanılmaz yağmur sele neden olmamıştır, diye dua ettik.
Dere yükselmiş ve geçtiği yerlerde ne varsa denize sürüklemişti. Dere, zafer kazanmış gibi yatağını genişletmişti.
Kuşluk olsa da güneş hala çıkmamıştı. Hava iç karartıcıydı. Sahile inip suyun tahribatını yerinde görmek istedik.
Dere ağzında çadır, kalmamıştı. Çadırların yerinde yeller esiyordu. Belki de akşam çadırlarını toparlayıp gitmişlerdir, diye söylendik. Yalnız, deniz kenarı düzleşmiş ve hiçbir şey kalmamıştı. Top sahasına oradan da tenis oynamaya geçtik.
Müdür yardımcısı arkadaş geldi. “Çadırlardan hala haber yok,” dedi. Büyük bir ihtimal, onları deniz yutmuştu. Yalnız suya yakın çadırı olan ve kardeşimin ikaz ettiği kişi akşama gideceğim, demiş. Onun hayatta olma ümidini koruyorduk.
Yabancıların bilmediği sel olayı, Karadeniz’de olağandı. Seni ikaz da etmişler. Ne diye çadırını kaldırmıyorsun. Büyük gürültüyle gelen, yağmuru duymadın mı? Dağlardan gelen su nereye sığacak, önüne geleni denize dökecektir.
Denizdeki kayıklardan da haber yoktu. Aramaların fayda vermediğini söyleniyordu. Bir tarafa atılır veya parçalanırdı. Birkaç gün sonra parçalar kenara çıkabilirdi.
Görevlilerin beklemekten başka çare yoktu. Dalgaların kenara atacağı, çadır ve kayığa ait parçalar, yakında görülebilirdi.
Gezip tozmak çok güzeldir. Ama doğa olaylarını da göz önüne almak gerekir. Bir anda patlayacak olan yağmur, her şeyi alt üst ederdi.
Çadırını dere ağzına kuran, gezginlerden hala haber yoktu. Bu demektir ki, dalgalarla kenara daha atılmadılar. Zaman bakalım ne gösterecekti.
Çadırın izinden haber çıkmamıştı.
Hasan TANRIVERDİ