Bisiklet tutkunuydu. Onu görmeden, temizlemeden uyuyamam diyordu. Bisikletiyle adeta konuşurdu. “Güzellik” Kavramı varsa, ona göre bisiklet ilk sırayı alırdı.
Bisiklet sevdalığına küçük yaşlarda tutulmuştu. Önce üç teker, sonra iki teker vitesli, dağ ve yarış bisikletiyle de bu sevda son bulacağa benzemiyordu. “Sevgi iyilik getirir.” Diyordu.
Aile problemin farkındaydı fakat yapacağı bir şey yoktu. Bisiklete karşılık, teklif edilen hiçbir şeyi kabul etmemiş, Nuh demiş, peygamber dememişti. Aile, ne hâli varsa görsün ile olayı kapatmıştı. Bisiklet sevdalısı, üniversiteye kazanmak için, bütün gücünü ortaya koyuyordu. “Kazanıp gideceğim.” Kayıt sırasına bisikletin üstünde gireceğim, dermiş arkadaşlarına.
Her yol, ona açıktı. Gidemeyeceğim aşamayacağım yol olmaz dermiş. Hatta dağlara, patikadan gidecekmiş. Çarşı – pazar ihtiyaçları bisikletiyle görüyordu. “Bisikletli” adı ona yakışıyordu. Çünkü her an bisiklet sırtındaydı. Yağmur, kar ve çamur dinlemezdi. Bisikleti güçlüydü, aniden yerinden fırlardı. Görenler sürüşünün çok farklı olduğunu söylerdi.
Bisikletli çocuğun dersleri normaldi. Öğretmenleri biraz daha iyi takip etse başarı gösterirdi. Saygılı ve dürüsttü. İlerde bisikletle ilgili, işletme açacağını söylerdi. Şu anda a dan z ye bisikletin tamirini yapıyordu. Onun için, “Ekonomi okuyacağım.” Diyordu.
Arkadaşlarına hafta sonu tatilinin ilk günü patika üzerinden dağa çıkacağım, kara oluğun yanında yemek yiyip geleceğim demiş. Kat edeceği yol, yüz kilometre vardır. Bisikletinin arka ve ön kısmına yerleştirdiği sepetlerle her türlü ihtiyacını taşıyabiliyordu.
Üniversiteyi bitirene kadar, her yıl iç Anadolu, Ege, Akdeniz, Doğu ve Güney Anadolu’yu gezeceğim diyormuş. Bisiklet için, düşündüğünü yerine getirir ve sözünden dönmezdi. “Bilen bir insanın ulaşamadığı yer yoktur.” Diyordu. Yalnız iki tekerin sırtından düştüğü de oluyordu. Düştüğü yerden kalkmış ve çamurunu sildikçe sanki kendine güveni artıyordu.
Köyü sahile yakındı, dağ bisikletiyle ana yola indi. Şehre geçti, ona ısmarlananı aldı eve bıraktı ve sahil yoluna indi. Mendireğe doğru gitti. Geri döndü ve dalgaların önüne yapılmış duvarın üzerinden, dereye kadar gitmeye çalıştı.
Baştan ustalıkla yol aldı. En az üç kilometre gidecekti. Dereye yaklaştığında duvarın yüksekliği iki kat arttı. Küçük bir dikkatsizlik, dengesinin bozulmasına sebep oldu. Hızlandı ve denize uçtu. Bir an gözden kaybolduğunu dolmuş taksici görmüş ve yolcularıyla onu kurtarmaya koşmuşlar.
Taksici görmemiş olsa, belki de suda boğulacaktı. Hemen sudan çıkarılıyor ve hastaneye yetiştiriyorlar. Bisikletiyle sürdürdüğü; patika yol kavgası, acı mı sonlanacaktı. Görülen şu ki, kavgadan her ikisi de zararlı çıkmıştı. Karanlık ve kederli günler bisikletçiyi bekliyordu. Solan bir çiçekten sonra yenisi açacaktı. Öğretmenlerin dileği bisikletli öğrencinin de açmasıydı.
Doktor, Çocuğun bakışlarını beğenmedim.” Onun kesik kesik çıkan, ateşli soluğunu dinlemiş ve kaburga kemiklerinde kırık olabilir. Bekletmeden vilayete göndermişti.
Bisikletçi, yaşantısıyla ilgili bir konuyu kafasında tartışır ve kararını verirdi. Güçlü bir ruh hâli ve fiziğe sahipti. Kartal gagası gibi bir burun ve ince ve düz bir ağız yapısına sahipti. Bisikletten sonra kol ve bacak kasları gelişmişti. Acı da olsa kader, insanın ayrılmaz bir parçasıydı. Fakat onun için hayatın anlamı her geçen gün daha güzel oluyordu.
Elinden düşmeyen bisiklet, onu gözetimi altına almış ve efendisi olmuştu. Açan çiçekler de sırası gelince solar. Dağları da aşsan solmamasının önüne geçemezsin. Çiçek yetişmeye başlamış ama yaşama sevinci sekteye uğramıştı.
Yıl sonuna kadar hastanede kaldı. Okulu bitiremedi. Devamsızlığı dolduğu için, sınavlara da giremedi. Daha kötüsü bisiklet süremeyeceği idi. Kesin olmamakla beraber öyle konuşuluyordu.
Bisiklete veya başka bir şeye tutkun olabilirsin ama akıllı hareket esastı.
Hasan TANRIVERDİ