Geçtiğimiz Kurban Bayramı Selahattin Demirtaş’ın tahriki sonucu, 6-8 Ekim hadiseleri yaşanmış, 50’den fazla insan hayatını kaybetmişti. Mahkemeler hesabını sormadı.
Bu Bayram ise Suruç’ta patlatılan “faili meçhul” bir bomba neticesinde 32 can gitti. Ardından ikisi polis olmak üzere üç cinayet daha. Her ikisinde de hayatı kararmış onlarca yaralı…
Failin “İŞİD elemanı” denilmesine bakmayın siz. Kimin Kürt, kimin Ermeni, kimin PKK’lı, kimin IŞİD’çi olduğunun karıştığı, kimin MOSSAD’a, kimin de MI6’ya çalıştığının bilinmediği bir yerde, kuzuyu tutar tazı diye sunarlar. Ayrıca IŞİD’in PKK, PKK’nın da IŞİD için çalışmadığını kim söyleyebilir ki?
İNGİLİZ KILIĞINA BÜRÜNMÜŞ YAHUDİ
Abdulhamid Han merhuma “istibdatçı” yaftasının yapıştırılmasının ana nedeni, başta basiret ve siyasi aklı olmak üzere, güçlü sezgileri ile edindiği istihbaratı doğru yorumlaması sayesinde aldığı önlemlerle, birliği, dirliği koruma çabasının “yanlış” değerlendirilmesiydi.
Yanlış yorumlayanlar batılılar değil, ünlü “İslamcılar” ile kıblesini batıya çevirmiş yeni yetme “okumuş” tayfa idi. Bu taifeler ferasetli olabilselerdi, batılıların “istibdatçı” demelerinin bir kıymeti olur muydu? Oysa hep birlikte İngiliz kılığına bürünmüş Yahudilerin değirmene su taşıdılar. Daha sonra bir kısmı nedamet etse de, olan olmuş, ölen ölmüş, din ve devlet elden gitmişti.
FİTNE ATEŞİNİN BABASI
Akılsızlar, ferasetsizler, basiretsizler, uşaklar ve düzenbazlar her devirde vardı ve var olmaya devam edeceklerde… Fitne ateşinin atası olan Abdullah İbn-i Sebe’nin adı da Müslüman adıydı, ama kendisi değil. Bu yüzden ne yaparsanız yapın, onlar yalanlarıyla ortalığı ateşe verme konusundaki yeteneklerini her zaman etkili bir şekilde kullanırlar.
“Demokrasi” özellikle de bugünlerde hayli işlevsel bir silah… Demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi içi hiçbir zaman doğru dürüst doldurulamayan ve doldurulmayacak olan elastiki kavramlara sığınılarak, canlar yakılır, kanlar dökülür, ülkeniz târumar edilir de elinizden bir şey gelmez. Oysa bunda sizinde birazcık payınız vardır…
YALANIN ADI SİYASİ ELEŞTİRİ OLMUŞTA…
Yalanlarını yüzlerine vurduğunuzda hiçbir zaman yüzleri kızarmaz. Hep diğer ellerinde tuttukları mazeretleri sahneye sürerler. Neymiş efendim, beyler “siyasi eleştiri” yapıyorlarmış…
Yalanın gönülleri yaralamak şöyle dursun, hazine gibi elde tutulduğu bir yere “cehennem” denir. Bir toplumda yalan söylemek kerih görülen bir hâl olmaktan çıkmışsa, o toplumda yaşanabilecek her türlü felaket normalleşir. Yalanla arasında mesafe koymayanlar, her türlü yalana inanır, dolduruşa gelir, ölür ve öldürür.
O ANA AYARLI DEMİRTAŞ
Bir bomba patlıyor, işte o anlara ayarlanmış olan Demirtaş, tam o anda bir “yalan” söylüyor ve büyük bir kitle o yalanın peşine takılarak, kendi coğrafyasında, uğruna can vermeye hazır olduğu kavminden insanları katlediyor. Buna da “milliyetçilik” diyorlar.
Demirtaş diyor ki, “bu bombayı iktidarın beslediği İŞİD koydu.” Bir ülkenin Cumhurbaşkanı, başka bir Cumhurbaşkanı ile canlı yayında üstelik bombanın patlamasından az bir süre sonra; “Terör nereden gelirse gelsin lanetlenmelidir. İnsanlığın mutluluğuna kast etmiş bir olaydır. Bu terör eyleminde ölen vatandaşlarımıza, Allah’tan rahmet diliyorum. Ailelerine sabırlar diliyorum. Yaralılara acil şifalar diliyorum. Bu vahşeti milletim adına kınıyorum” diyor. Demirtaş ertesi gün ekranlara çıkıp “Erdoğan şu ana kadar, ‘Allah rahmet etsin’ demiş değil” diyerek yalan söylemekten imtina etmiyor. Laikçi medyada buna alkış tutuyor.
KURUMSALLAŞMIŞ YALAN
Evet, yalan kötüdür ancak yalan kurumsallaşmış ise o yalan fitnedir, afettir, beladır. O devirde yaşamak zordur. İnsan bu kadar açık yalan söylerse, bir taksici müşterisine, “bu insanları Erdoğan öldürdü. Erdoğan İŞİD’e silah sağlıyor, o da gelip Kürtleri öldürüyor” diyebilir hâle gelir.
Yalanı kartopuna benzeten Martin Luther “yalan sürdürdükçe büyür” diyor. “Milliyetçilik” denilen belada böyle. Azı yatağa düşürür, çoğu öldürür. Onlar ister Türk, isterse de Kürt olsunlar, bir toplum yalan ve milliyetçilik belasına aynı zamanda müptela olmuşsa, orada kimseye gelecek yoktur. Şeytan hükümranlığını kurar orada.
Başkaları gelip sizin düzeninizi bozmak, huzurunuzu kaçırmak için yalan söyleyebilir. Neyin yalan, neyin hakikat olduğunu görebilmektedir maharet. Bugün bilmem ne yüzdelere yükseltmekle övündüğümüz üniversiteliler; ekranlarda, gazetelerde, kürsülerde, sosyal medyada her gün “yorum” adı altında şeytanın bile aklına gelmeyecek yalanlar yazıyor ve buna da “gelişmişlik,” “kültürlülük” ve “demokratik hak” diyorlar.
Gelişmişlik ve demokrasi dediğiniz şey, daha çok yalan söyleme becerisi ise, yalanınızla birlikte yerin dibine batın emi. Bu durumda vicdanı diri herkes, sizin gibi kültürlü ve diplomalı olmaktansa, “ümmi” kalmayı yeğleyecektir. Sizi “akılsızlar” sizi!
Allah Rasülü (s.a.v.) şöyle buyurur: “Yalan kötülüğe, kötülük cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa, nihayet Allah katında yalancılardan yazılır.” (Buharî, Edep 69)