Ziraat bankasının yanından geçtikten sonra bir yaya geçidi var. Oradan da geçtim.
Karşıdan maskeli iki kişi geliyordu. İki kadın. Biraz daha yakınlaştırdım görüntüyü ki benim
gözlerimin “zoom” yapabilme özelliği var. Baktım; iki Çinli. Anne-kız.
Yanımdan geçtiler. Birkaç adım sonra biraz şüpheye düştüm. Yani acaba
sopa yememek için mi böyle bir tedbire başvurdular… Bilemedim. Belki Çinli bile değillerdi.
Burada baya bir çok çekik gözlü var.
Çinlilerin bana hatırlattığı bir şey var… Hep bizim o eski yurtlar aklıma geliyor. Amma çok savaş etmişiz.
Fakat bu tarihsel hikayelerde insan hikayeleri dikkatimi çeker. Yani en çok bu bireysel insan hikayeleri dikkatimi çeker.
Eski zamanlar ne kadar değişikmiş. Sınır kavramları, ülke kavramları, insanların amaçları… Hele de insanların birbirlerine karışmaları.
Antropolojik hikayeler yani.
Bu meraklarımdan ötürü ilginç şeyler öğreniyorum. Örneğin; bakın inanmazsınız, Molla Hüsrev bizim köylüdür.
Daha da şaşıracağınız bir şey söyleyeyim; Molla Hüsrev Fransızdır…
Bunu öğrendikten hemen sonra beni aldı mı bir telaş!.. Hep hayal meyal bir şey de hatırlıyorum… Bizim köyde Mollalar diye bir sülale vardı… Mı?..
Gittim anneme sordum. Evet; gerçekten de köyde mollalar diye bir sülale varmış. Gerçi köyde orijinal (Tokat-Merkez) Kargınlı kalmadı. Hep satıp savmışlar; yerlerine de
başka köylerden köylüler… Veya rençberler yerleşmiş. Şimdi bizim o sülalelerin hemen hepsi İzmir ve İstanbul’dalar. Ağırlıklı olarak İzmir’deler.
Osmanlı zamanında Türk/Türkmen zengin yok gibi bir şeymiş. Türkmen kavimleri savaşçı bir ırk olduğu için hep savaşlarda hep yoksullukta.
-Bu yazdığımı tarihsel bir şeyler yazmış olmak için yazmıyorum. –
Türkmenlerin-Kızılbaşların bir de kötü özelliği vardır. Hep birbirleriyle dalaşıp savaşmışlar. Türlü entrikalar. Tabii bu entrikalarda, Anadolu’daki Türkmen öbeklerinin
arasına da baya bir nifak sokulmuş.
Kızılbaşların nefret ettiği Ebussuud aslında “Kürt” ve sünni ekolden. Yani işin esası şu: Osmanlı, devşirebildiğini devşirmiş, devşiremediğine savaş açmış.
Bu savaşta kullanılan en büyük silahlardan biri de Ebussuud‘un münafık-kafir Kızılbaşlara olan fetvaları olmuş.
Adam zaten Türkmen düşmanı ve haliyle Arab ekolünden. Onu oraya getiren bunu bilerek getirmiş.
Neyse… Antropolojik hikayelere ara verip devam edeyim.
Ziraat bankasını geçtikten sonra iki Çinli gördüm demiştim. Dünyanın ne kadar küçük olduğunu da anlıyorduk böylece. Daha dün yeni haberi çıktı…
Kafamızda canlandırmaya çalışıyoruz; Çin’deki manzara-i umumiye‘nin ne kadar ürkünç olduğunu sezinlemeye çalışırken karşımda maskeli iki Çinli
görünce… Bir an kendimi Çin’de zannettim…
Öncesinde iki arkadaşla oturuyorduk bir çay bahçesinde. Sonra bir tanıdık daha geldiydi. Fazla durmadan yanımızdan ayrıldıydı. Neyse… Oturuyorduk işte…
Yanımda yaşları benden büyük iki arkadaşa bir ara şöyle bir baktım… Defineci iki ihtiyardan bahsettim… Zaten hep bahsederim…
arkadaşlardan biri o iki ihtiyarı tanıyormuş… Keklikçi‘ydi onlar dedi. Yani sazlıkları yoklar gibi, gözleri elleri her yeri yoklar, keklik gibi fırlayan
sözleri kaparlar… Dedi.
Elif adlı bir ihtiyar kadın vardı… O da ikide ağzımı ve şehvetimi yoklayıp duruyordu. 4-5 yıl önce bu ve bunun arkadaşlarıyla çay bahçesinde oturuyoruz…
Benim dikkatimi bir şey çekti… Ümit hocam, dedi, bak şu iki ihtiyar sen define deyip durdukça kulak kabartıyor, dediydi…
Gerçi ben-her zamanki gibi-üfürüp duruyordum… Sonra anladımdı ki bu Elif de defineciydi. Ağzımdan laf alamadıydı. Olmayan şeyi nasıl alır ki insan.
Fakat yine de arada bir üfürüp duruyorum…
Define olayı bizim ülkemizde yaygın bir merak. Hatta, merak kelimesi yetersiz kalır. Neden bu kadar çok define meraklısı insan var ülkemde? diye
sorduğumda kendime… Tarihsel açlıktan bütün bunlar. Tarihsel içgüdü. Yoksulluktan hep. Kişinin karnı doysa da, kişinin iş aşı olsa da,
aç değil açıkta değil olsa da…
işte bu tarihsel açlık.
Define bulanlar var tabii. Türkiye’nin her ilindeki ileri gelen zenginlerin büyük bölümü gömüleri gömüp gömüp gidenler sayesinde
zengin olmuşlar. “Köyden indim Şehire”. Henüz define bulamayanlar da işte onlara özenenler.