Kapıda bir ses, “Kapıdan gelen ses,” dedi ve ayağa kalkmak istedi. Durakladı, sesin yenilenmesini bekledi.
Tak, tak ve tak…
Dede ekmek…
Evet doğruydu, ses ve sesle birlikte ekmekti gelen.
Dede kapıyı açtı. Titreyen dizleriyle ayakta zor duruyordu.
Yüzü güldü, sevindi. Solgun yüzüne renk geldi. Dik durmaya çalıştı. Yollu pijaması zor duruyordu kıçında. Hemen elini uzattı, aman kaçmasın ekmek, der gibi.
Anadolu insanının “Çoluk çocuğumu ekmeksiz koymadım.” İfadesinde manasını bulan bir felsefenin içinde doğurduğu anlayışa uzanan elin aceleciliği.
Bir an önce sahip olmak.
Belki de kaç gündür boğazından sudan başka bir şey geçmemiştir. “İstiklal savaşının kahramanları gibi.”
Tak tak ve tak… Kahramanlarım bir ekmek…
Aç ve susuz karınlara bağışlanan bir dünya…
Bir dünya bağışlanıyor, düşünebiliyor musunuz? Bütün savaşan askerleri. Askerlere o anda sıcak bir salonda masada yemek ikram edildiğini düşünün.
İşte Dede, ekmek dediğinde, ayağa kalktım ve insan bir dilim peynir ve bir elma. İşte Dede gönül alma… Dede, denemez miydi?
Dede gibi, niceleri ekmek bekledi.
Ekmeği getirenin de en büyük beklentisi bir “Allah razı olsun” duasıydı. Allah razı olsun…
Dede, “Allah razı olsun” dedi.
İmrendim ekmeği getirene, imrendim.
Nefret ettim, ekmek dağıtamasın diyenden, o zihniyete sahip olanlardan…
Böyle bir günde…
Gözyaşları içinde, ekmek dağıtımını yasaklayanlardan nefret ettim.