“Erguvanlar geçip gittiler bahçelerden,
geriye sadece erguvanlar kaldı” (Hilmi Yavuz)
Hava ne sıcak ne de soğuk.
Mevsim bahar, hayat bir aşk hikayesi gibi…
Çekingen olmayan güneş bulutların arasından çıkmış, göz kamaştıran ışığıyla el sallıyor İstanbul’a. Zümrüt kollarıyla denize kucak açmış Kalamış parkındayım. İçimdeki pencereleri açtım. Koya bakan büyük ıhlamur ağacının altındaki tahta bankta oturuyorum.
Gökyüzünün mavisi beyaz bulutları kenara itmiş. Dingin ve berrak…Güneş yanıp sönen gümüş pırıltılarını denizin üzerine serpmiş. Küçük beyaz köpükler ard arda, neşeyle yuvarlanarak kıyıya kavuşuyor. Uçuşan martılarda gözlerim. Kulağımda Münir Nurettin’in sesi Kalamış şarkısını söylüyor.
“Yok başka yerin lûtfu ne yazdan ne de kıştan
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan
Yok zerre teselli ne gülüşten ne bakıştan
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan”
Behçet Kemal’le ilgili anıların yer aldığı bir kitapta okumuştum: Münir Nurettin Selçuk bestelemek için, Behçet Kemal Çağlardan Kalamış ile ilgili bir şarkı sözü yazmasını istemiş. Çağlar, şarkının sözlerini bir yaz akşamı bu koyda yaptığı bir sandal gezisi sırasında, ona eşlik eden güzel bir kadından ilham alarak yazmış. Şarkıdaki Kalamış huzuru ezgilerle içime yerleşirken bir soru gelip geçiyor içimden.
“Çok ünlü bir şarkıya ilham olan bu kadın, o akşam, şiir kendisine okunduğunda neler hissetmişti acaba?”
Bir an İstanbul ünlü bir ressamın şaheseri gibi görünüyor gözüme. “Dünyanın başka hangi şehrinde bahar bu kadar güzel, bu kadar duygulu olabilir,” diye düşünüyorum.
Hafif bir esinti dolaşıyor etrafta. Yüzüme dokunuyor ara ara. Her dokunuşunda taze çimenlerin arasındaki sarı gözlü papatyaların, başımın üzerindeki ıhlamur çiçeklerinin henüz ağırlaşmamış tatlı kokusu hücum ediyor burnuma.
Hüzne karışmış bir mutlulukla gülümsüyorum güneşe.
Diyorum ki “Daha erguvanlar açacak.”
Bu şehirde bir erguvanlar, bir de şiirler kalıcıdır. Bir tek onlar değişmez. Renkleri, mekanları, seslenişleri, ruhları, duyguları, vurguları hep aynıdır.
Her şey biraz eskir, herkes gider zamanı gelince. Bir tek onlar kalıcıdır. Binlerce yıldır şiirler yağar bu şehrin erguvan çiçeklerine.. İstanbul yeniden doğar.
Şiirler birikir şu koca Erguvan imparatorluğunda.
Birazı Baki’nin, birazı Ahmet Hamdi’nin, birazı Ahmet Haşim ve diğerlerinin. En çok da unutulmuş o Romalı Şairin.
Geçmişten geleceğe binlerce aşk saklı bu şehirde. Kahramanları unutulmuş, yaralı, gelecekten alacaklı.
Uzaklara bakıyordum, yine gözlerime şiir kaçtı.
“Eski Bir Nisan”dı
“Canımın yongası, sevdiğim,
Bir kaç gün çaldık ilkbahardan
Geçtik yıllardır özlediğim
Erguvan ışıklı kıyılardan”
Hava ne sıcak ne de soğuk.
Mevsim bahar, hayat tatlı bir aşk hikayesi…
Çekingen olmayan güneş bulutların arasından çıkmış, sıcaklığı ile kendini hatırlatıyor İstanbul’a. Zümrüt kollarıyla denize kucak açmış Kalamış parkındayım. İçimdeki pencereleri açtım. Koya bakan büyük ıhlamur ağacının altındaki tahta bankta oturuyorum.
Hüzne karışmış bir mutlulukla gülümsüyorum güneşe.
Diyorum ki “Daha erguvanlar açacak.”
Açın içinizdeki pencereleri! Şiirler erguvanlara yağacak.
Hüzne karışmış bir mutlulukla gülümsüyorum güneşe.
Diyorum ki “Daha erguvanlar açacak.”
Açın içinizdeki pencereleri! Şiirler erguvanlara yağacak.