20 ve 21. yüzyılın papüler yönetim anlayışı, demokrasi ve cumhuriyetçilik‘tir. Onunla beraber gelişen diğer kavram ise 20 yüzyılda emperyalizm/sömürgecilik yeni yüzyılda ise küreselleşmecilik‘tir.
Yeni-sömürgecilik demek olan küreselleşmeciliğin sözcülüğünü yapanlar, cumhuriyetçilik ve demokrasicilik yapanlar gibi mutlu azınlığın sözcülüğünü yapmaktadırlar. Aynı zamanda sömürülmeye meşruiyet kazandırmaktadırlar.
Cumhuriyet ya da demokrasi diyen görüş, ekonomik politika alanında da açıkça devletin küçültülmesi, yani ekonomi alanında yatırımcı ve üretici etkinliklerden hepten uzak durması gerektiğini savunmakta, bu görüşü dünyaya dayatan Batı’nın ise bırakınız son ikiyüz yıllık açık sömürgeciliğini, bugün bile gerek gördüğü birçok alanlarda doğrudan devlet işletmeciliği yaptığından habersizmiş gibi görünmüşlerdir.
Bugün dünyanın içine yuvarlandığı ekonomik bunalım karşısında bu sözde serbest pazar’cı Batı devletlerinin hepsinin birinci sınıf devletçi politikalar uygulamakta oldukları bütün açıklığıyla ortaya çıktığı halde, hala demokratik devletçiliğin ne denli demokratik ve kalkındırıcı bir ekonomik model oluşturduğu gerçeğini göz ardı etmekte diretmektedirler.
Türkiye için bu görüşleri öne sürenler, ulusal kimlik gereğini, ortak yurt kavramı gereğini, ortak bir hukukun toplumda egemen olması gereğini, toplumsal refah ve adalet için kamunun ekonomik girişimlerine de gerek olduğunu, bunlar olmadan hiçbir insan hak ve özgürlüğünün gerçekleşemeyeceği gerçeğini hepten göz ardı etmekte, sözünü bile etmemektedirler.
Türkiye modelinin, sömürgeciliği reddeden, tam bağımsızlıkçı, demokrasinin ekonomik gereklerini içeren ve tutarlı bir laikliği temel alan demokratik özelliklerine saldırılmaktadır.
Cumhuriyet ya da demokrasi diye tutturanların içtenlik ve tutarlılıktan yoksunluklarının kanıtı da, Türkiye’deki Siyasal Partiler ve Seçim yasalarının köklü biçimde demokrasiye aykırı nitelikler taşımasına, siyasal partilerin iç işleyişinde demokrasinin bulunmayışına, milletvekili dokunulmazlığının demokrasiyi yıkıcı bir etkene dönüşmüş olmasına, bugüne değin kararlılık ve yoğunlukla karşı çıkmış olmamalarıdır!
Gerçekte her türlü özgürlük ve insan haklarına saygısız bir uluslararası ekonomik ilişkiler yapılanmasının adı olan yeni dünya düzeni ideolojisi, Türkiye’ye uyarlanmaktadır.
– Okul’u fırsat eşitliği bir yana, eşitsizliklerin şiddetlendiği kurum haline getirmek,
– Kamu’daki siyasi veya sivil, askeri bürokratik konumu; hayattaki ekonomik, maddi, manevi gücü; statü ve hiyerarşileri, cemiyet ve cemaatleri, “imtiyaz” ve “zümre egemenliği” kaynağı olarak idrak ile icra etmek,
– Özgürlük’ ün, bir şeyi yapmaktan men edilmemek kadar, insanın hakkı sayılan bir şeyi yapabilmeye muktedirlik, o fırsatı, imkanı bulabilmek şeklindeki “pozitif” manasını kurutan liberallik, demokratlık, cumhuriyetçilik, muhafazakarlık türleri,
– Yerlerine ne tür “Sadaka, iyilik, yardım, gönül” işleri koyarsanız koyun; kamusal eğitim, sağlık, güvenlik, güvence, emeklilik, çocuk ve yaşlılara, engellilere, en yoksullara sahip çıkma, merhamet ve şefkat sistemlerini çürütmek,
– Devlet’i halkın karşısında konumlandırmak,
-İnsanlar arasında, din, mezhep, etnisite, milliyet gibi kimliklere göre ayrım; eşitsizlik yaratmak, kardeşliği yok etmek,
– Kamu’da, sivil ve askeri kurumlarda, özel sektörde; özgürlük, eşitlik, dayanışma ilkeleri bir yana; temel hakları dahi çiğnemek, çalışma düzenini bir nevi kölelik, korku ve endişeyle sinme, tahakküm, boyun eğme sistemi haline getirmek,
– Anayasa’da dahi mevcut; imtiyazlara, zümre egemenliklerine karşı, fırsat eşitliği ve dayanışma kurumlarına, insanca yaşama atıf yapan maddeleri her gün çiğnemek ve asla hesap vermemek, anlayışına sahiptir.
Cumhuriyet ve demokrasi’nin, doğru anlamı ve dürüst uygulaması ile:
– Sömürgeciliğin ekonomik ve askeri saldırısının da tepelenebileceğini,
– Devrimlerle gerçekleştirilen laik devlet, aile, eğitim, ekonomi kurumlarının ve çağdaş uygarlığın üstün-değerlerini anlatan dil, yazı, sanat, felsefe devrimlerinin sömürgeciliğin bir daha hortlamamasını sağlayacak gerçek güvenceler olduğunu,
– Gerçek gelişmenin kapitalizmi de, sosyalizmi de demokrasinin belirgin nitelikleri açısından aşan demokratik devletçilikle sağlanabileceğini,
– Eğitimin hem demokratik hem de ekonomik gelişmenin en etkili kaldıracı olduğunu,
– İslam dininin özünün bilim ve demokrasi ile bağdaşmaz olmadığını, bunun kavranmasının tüm İslam dünyasını “şunun, bunun tutsaklık ve aşağılayıcılık zincirleri altında kalmaktan” kurtaracağını anlatan, bunları başarılı uygulamasıyla kanıtlamış da olan bir kutsal emanettir.
Bu gerçeklere, doğrulukla sahip çıkmak, bireyler olarak da, ulus olarak da şerefli, haysiyetli ve namuslu yaşamanın zorunlu gereğidir.
İnsanların sorgulaması gerekenler bunlar olsa gerek!
Günün Sözü: İnsan, başka insanların haysiyetini ezip geçmez; aşağılamaz, aşağı görmez.