Yıllar önce bir örnek vermiştim, Anadolu halklarının kaynaşmışlığı üzerine… Anadolu, adı gibi, zülüm gören her kavmi kucaklamış, dağlarında, ovalarında, yaylalarında, şehirlerinde onlara yurtluk vermiştir. 93 harbinden sonra da (1877-78 Osmanlı-Rus harbi), Müslüman Gürcülerin yaşadığı, bugün Gürcistan’ın Batum’un ilinin bulunduğu ve Acaristan bölgesi ve Kars, Ardahan, Artvin illerimizin bulunduğu bölgeler Çarlık Rusyası’nın eline geçmişti. Oradan D.Karadeniz üzerinden Osmanlı topraklarına yoğun Gürcü göçleri yaşanmıştı. Bu Gürcülerin bir kısmı D.Karadeniz de kalmış, bir kısmı ise Adapazarı’ndan Yalova’ya kadar yayılmışlardı.
dönemde (bu miras paylaşımı biraz yumuşasa da kızın ihtiyacı yoksa topraktan eşit pay alması pek hoş karşılanmaz) çocukları baba evinde bırakmayacak da ne yapacak dul kadın… II. Dünya koşullarında kıtlık var, yokluk var, fakirlik var; erkek nüfusu az… Askerliğe gidip de dönemeyen erkeklein karıları, isterlerse kayınlarıyla evlendiriliyor yetimler ortalıkta kalmasın diye… (Annemin babası bu şekilde kardeşinin karısıyla evlendirilmiş, ama o İstanbul’da askerlik yaparken sevdiği Kastamonu kökenli bir kızı almış getirmiş köye… Şahit olduğum bu şekilde bir evlilik ise babamın halasının kocası ölünce kaynı ile evlenmek zorunda kalmasıydı. Her iki kocasından da çocukları vardı. Yani çocuklar hem amca uşakları hem de anadan özdüler…).
Toprağa bağlı yaşam biçimi el emeğini de zorunlu kılıyor. Dedemin bir Gürcü arkadaşı aracılığı ile Ordu’ya bağlı Kayadibi köyünden bu dul gürcü kızını almış, kuma üzerine getirmiş. Birinci karının zaten söz hakkı yok…
İşte bu gürcü üvey babaannemin, birinci kocasından bir oğlunu tanımıştım yıllar sonra, amca derdim, bende kendisine… Bu gürcü delikanlı İzmir’e yerleşir, Tokat’lı bir Türk kızıyla evlenir. Çocukları olur büyürler. Büyük erkek çocuğunu Kars’lı bir Kürt ailenin kızıyla evlendirilir İzmir’de… Yıl 1980’lerin başıdır… Bu evliliklerde etnik ayrılıklar yoktur; kültürü de etkilemesine rağmen din birliğinden çok kültür, yaşam biçimi daha ağır basmaktadır.
Gürcüler aradan geçen 100 yılı aşkın bir süreç içinde, belli bir bölgede toplanmadıklarında, özellikle Kuzey Anadolu’ya Türklerin arasına yayıldıklarından, zamanla gönüllü asimile olmuşlardır… Bizim oralarda şimdiki Gürcü kökenli kuşaklar artık pek Gürcüce konuşmuyorlar. Zaten Acara bölgesinin farklı yerlerinden geldiklerinden bazı Gürcüler dil olarak bir birleriyle da anlaşamıyorlardı…
…….
Şimdi asıl konuya gelirsem, her ne kadar Anadolu’da Kürtlerin yoğun yaşadığı bir coğrafya varsa da, Kürtler arasında batıya göçler arttıkça Türklerle kaynaşma ve evlilikler sık görülmeye başlamıştır. 30 yıl süren Kürt ayrılıkçı terörüne rağmen bu aile kurmalar devam etmiştir. Hatta 1950’lerde Türkiye’ye göçmüş olan Kosova’lı bir Arnavut komşumun yeğeni, Kürt sorunu çözüm süreci başlamadan önce bir Kürt gencine kaçmıştı… Önceleri bir şaşkınlık yaşasalar bile bu evliliği, çok da bir zaman geçmeden, düğün yapacak kadar kabullenmişlerdi…
Toplumun bu ruh hali ve hoşgörüsü Kürt sorununun çözümüne de 30 yıllık acılara rağmen sıcak bakmıştır. Bu kader ve kültür birliği çözüm sürecini kolaylaştıracakken, sürecin siyasi hesaplarla uzatılması sabırları zorlar hale getirmiştir. Öteden beri yöneticilerin Türkiye’nin iç sorunu olarak gördükleri ve dış dünyaya göstermek istedikleri Kürt sorunu, Ortadoğu’daki son gelişmeler ışığında, artık uluslar arası bir alana taşınacak gibi görünüyor…
Çözüm sürecinin, kamuoyuna mal olarak başladığı 2013 yılı başlarında inisiyatif Türk yönetiminin elindeyken, özellikle IŞİD örgütünün Suriye ve Irak’taki faaliyetleri sonucu Kürtlerin eline geçmek eğilimi göstermektedir. Resmen hala terörist bir örgüt olan PKK ile K.Irak ve Suriye Kürtleri, görünen o ki, Türkiye sınırlarında bu bölgede çıkarı olan devletlerce, coğrafyanın yeniden tanzimi sürecinde bir aktör olarak dikkate alınmaya başlamıştır.
Öteden beri dillendirdiğim bir fantezim vardı: Türkiye içindeki Kürtlerle siyasi olarak anlaşalım; K. Irak Kürtlerinin özerkliğini ve hatta mümkün olduğunda bağımsızlığını destekleyelim. Küreselleşen dünyada coğrafi sınırların artık önemini kaybetmeye başladığı süreçte, Kürtlerle Türklerin şimdilik en azından ekonomik işbirliği hem Türklerin hem de Kürtlerin işine gelecektir. Türkiye bu şekilde Ortadoğu enerji bölgesinde söz sahibi olurken, Kürtler de Türkiye üzerinden, Orta Asya’ya kadar uzanan bir Türk dünyası ile entegre olacak, etrafı istikrarsız kabileci Arap ülkeleri ile çevrili bir coğrafyada kıvranmaktan kurtulacak, dünyaya açılabilecektir. Yani birbirimize ihtiyacımız var rasyonellik, reel politik açısından…
Herkesin gördüğü ve fakat resmi ağızlardan itiraf edemediği bir gerçek var ki, Türkiye sınırları dışında, Kürtler fiilen kendi devletlerini kurmuşlardır. IŞİD tehdidine karşı kurulan Batı-Arap ittifakı, mezhep savaşları ile kıvranan Suriye ve Irak karşısında Kürtleri ister istemez oyuna dahil edeceklerdir. Kürtler de, I. Dünya Savaşında kendilerine yapılan haksızlığın telafisini isteyeceklerdir. Bu istek içinde Türkiye’den toprak talebi olabilir mi? Olur, lakin NATO üyesi olan Türkiye’nin, yine NATO ülkeler eliyle parçalanması NATO’nun gücünün Dünya ve Rusya karşısında sorgulanmasına neden olur. Bu durum I. Dünya Savaşı’na göre şansıdır.
Ancak Türkiye’nin bölünmesi de ihtimal dahilindedir ve bu, görünürde, kendi rızasıyla olan bir bölünme şeklinde tezahür edebilir, yine Batı aracılığıyla… Bu durumda Batı (NATO) hem kendini aklamış hem de arzuladığı amaç hasıl olmuş olur. Çünkü…
İç politikada siyasi aktörlerin sık sık başvurdukları bir kavram ve yöntem var: Algı yönetimi… Yani mutlak gerçek ne olursa olsun, asıl olan, kitlelere sunulanın kitlelerce gerçek olarak kabul edilmesi ve kitlelerce bu göreceli gerçeğin kitlelerin talebine dönüştürülmesi yöntemi…
Dış politikada da, yani dünya kamuoyu oluşturmada da bu yöntem geçerlidir. Üstelik küreselleşen medya, sanat, edebiyat, sinema, küresel sermaye bu yöntemin destekleyici araçlarıdır da… Ve Türkiye gerçek veya değil, beğenelim veya beğenmeyelim dünya kamuoyunda Türkiye algısı, özellikle Arap baharı rüzgârının tersine dönmesi ile değişmeye başlamıştır: Türkiye Sünni radikal İslamcı örgütlere yakın duran bir ülkedir. İşte bu algı tersine döndürülmezse Batı, Arap ve İran dünyası ile arası limonileşen Türkiye’nin süngüsü düşer, özgüvenini yitirir ve dış “diplomatik” telkinlere rızası ve çıkarları hilafına açık hale gelir. İçeride devlet kurumlarının bir birini kolladığı, kayırma ve kollamanın had safhaya vardığı ve iç barışın zorlandığı bir evrede bu dış diplomatik telkinlerin sonuç alması ihtimal dâhilindedir.
Peki, Türkiye’nin bölünmesi sonrası G. Doğuyu da içine alacak, özerk veya bağımsız Kürt bölgesi nasıl bir seyir izleyecektir. Arap kabileciliği gibi Kürtlerde de aşiret dayanışması güçlüdür. Üstelik Kürt coğrafyası denen bölge de sanıldığı gibi homojen bir Kürt nüfusu barındırmamaktadır. Araplar, Süryaniler, Asuriler, Ermeniler, Farsiler, Türkmenler gibi etnik grupların yanında Sünni (Hanefi ve Şafii), Şia, Alevi, Nusayri, Dürzi, Ezidi, Hristiyan (Ortadoks, Maruni),gibi mezhep ve dini gruplar da vardır. Bir imparatorluk ve devlet yönetimi geleneği olmayan Kürtler bu gruplarla hangi devlet şekli ve örgütlenmesi ile kuracakları devleti barış içinde yaşatacaklardır.
İşin aslına bakarsak Türkler de, Kürtler de şu sıralar bir sırat köprüsündeler… Ve kontrol gerek Türklerin gerekse Kürtlerin ellerinden sıyrılarak bölge üzerinde çıkarı olan egemen güçlerin eline geçmektedir. Yaşarsak göreceğiz sonucu ve bu gelecek çok uzak bir gelecek değil sanırım…
17.09.2014