Seksenli yıllara gelene kadar okul, öğretmen ve veli bugüne göre çok farklıydı. Çok anormal bir şey olmadıkça veli ile öğretmenler aynı anlayıştaydılar. Bu sebeple okuldan eve fazla şikâyet gelmezdi.
Derslerin ciddiyet ve disiplinini ise günümüze göre mukayese etmemiz mümkün değil. Her dersin kendine has bir disiplini vardı.
Ev ödevleri mühimdi. Her öğrenci doğru veya yanlış verilen ödevleri yarın öğretmenlerine göstermek mecburiyetindeydi. Konular dersin özelliğine göre işlenirdi. Özellikle birden beşe kadar olan sınıflara bir öğretmen girdiği için ders işleme metodu öğretmenin tasarrufundaydı.
O zamanlar ilkokullar beş yıl üzerinden eğitim veriyor ve mecburi idi. Beşinci sınıfın sonunda tercih velide olup öğrencinin ortaöğretimde eğitim görüp görmemesine kendileri karar veriyorlardı. Bu tercihlerde sınıf öğretmenlerinin yönlendirmesi önemliydi. Çok kişi için “Bu öğrenci ilerisini okuyamaz, onu ya sanayiye yollayın ya da bir yere çırak verin” tavsiyesi çok bilinen tavsiyelerdendi.
Ders zili çaldığında sınıfta çıt çıkmazdı. Öyle rast gele yana ve arkaya bakmak bile kusur sayıldığı olurdu. Özellikle küçük sınıflarda tek bir oturuş vaziyeti ile bir ders oturmak zordu. Öğretmene soru soran, öğretmenin sorusuna cevap veren öğrenciler daha şanslıydı. Çünkü soru sormak için de, cevap vermek için de ayağa kalmak gerekiyordu. Ayağa kalkan öğrenci sağa sola bakabiliyor, bulunduğu yerde ayaklarını oynatabiliyor, bazen beden dilini bile kullanabiliyordu.
Ayağa kalkabilmek mühimdi.
En sıkıcı derler öğretmenin söylediklerini yazmaktı. Minicik eller çabuk yorulurdu.
Günümüzde “çıtçıtlı kalem” denilen kalemler o zamanlar yoktu. Yazarken kalemin ucu küçülür ve bir süre sonra körelmeye yüz tutardı. İşte o zaman ya çakı veya kalemtıraşla kalemin ucu yazar hale getirilirdi. Bazı kurnaz öğrenciler bunu dersin ortasına getirir, biten ucunun açılması için öğretmenden izin istenirdi. Bunun için önce parmak kaldırılacak, öğretmen sorduğunda ayağa kalkıp kalemini açmak istediğini söyleyecek, öğretmen ise izin verirse sınıftaki çöp kutusunun yanına gidip orada kalemin açılması sağlanacaktı.
Bu kısa süreli bir dinlenmeydi.
Bazen ikinci bir öğrenci de aynı anda aynı istekte bulunurdu. Bu zamanlama çok önemliydi. Çünkü çöp kutusunun başında iki öğrenci var demekti. Burada kalabilecekleri kısa sürede bazen göz göze, bazen lisan ile bazen de gönülden muhabbetler edilirdi. Bu arada tam bu esnada çöp atmaya giden üçüncü bir öğrenci sınıfın o köşesini kısa süreliğine bayram yerine çevirirdi sanki.
Çöp kutusu başı muhabbetlerin keyfini başka zaman bulma mümkün değildi. Hatta teneffüslerde kalınan yerden devam edilirdi.
Bu durum sık olamazdı. Hele anlatım derslerinde ve küme çalışmalarında mümkün değildi. Ya resim dersi olmalı ya da öğretmen yazı yazdırmalıydı. Ayrıca hep aynı öğrencilerin bu işi yapması pek inandırıcı olmazdı. Bunu bütün öğrenciler de bilirdi. Kim bu muhabbet hakkını ne zaman kullanmak isterlerse o zaman kullanırdı.
Aslında bunu öğretmen de bilirdi.
Ayda bir öğrenci nefes almasın mı yani…
Ne güzel muhabbetlerdi o muhabbetler.
Özleyeniniz var mı?