Concorde Meydanı, Paris..
Meydanın ortasında gözalıcı bir çeşme. Hemen az ilerisinde heykellerle süslü köprüler. İhtişamlı bir meydan. Güzelliği büyülüyor sizi. Meşhur Bastil hapishanesinden kalan duvarları da gördüyseniz, anlamışsınızdır olan biteni. Bu meydan diğer adıyla devrim meydanı. Fransız Devrimi..
Bir arkadaşımız meydanda bulunan çeşmeleri kendince yorumluyor; ”Buradaki çeşmeleri , giyotinle akıtılan kanları temizlemek için yapmışlar.”.
Bir meydanın böylesine güzel ve süslü haline bakıyorum, bir arkadaşıma. “Devrim Meydanı,” aslında giyotin meydanı. Ürperiyorum. Çeşmelerden şatafatla akan bunca su, vaktiyle sokaklardan akan kanı temizleyebilir mi?
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı hem aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı hem hiç bir şeyimiz yoktu……”
Böyle başlar Charles Dickens “İki Şehrin Hikayesi” romanına.
Çarpıcıdır giriş, bugünü, dünü ve yarını kucaklar gibi.
15 Kasım 1941 General Charles de Gaulle Fransız Devrimi’nin sloganını “özgürlük, kardeşlik, eşitlik” olarak güncellemiş. (internet;Fransız Gastesi).
Öncesi ise;
“Cumhuriyetin Birliği, Bölünmezliği; Özgürlük, Eşitlik ya da Ölüm “
Ölüm..
Yani; Ya benimsin/ bendensin ya da kara toprağın.
Ya bizden yanasın ya giyotinden. Yok çaren.
“Terör Dönemi” veya “Terör Saltanatı” denilen 5 Eylül 1793- 28 Temmuz 1794 arasında sokaklarda akan kanı, Dickens’ın romanında “sert bayan” olarak tabir edilen giyotinin bitmek bilmez iştahını, sinema seyreder gibi giyotine giden insanları seyreden kalabalıkları pek bilmeyiz biz.
Monarşi ile yönetilen, aristokratların şaşaalı yaşayışları yanında kuru ekmeğe muhtaç olan, bir deri bir kemik, neredeyse insan olarak bile görülmeyen bir halkın zulüm, baskı, fakirlik ve açlık sebebi ile düştüğü çukurdan en sonunda başını kaldırması, ayağa kalkması ve yazgısını ele almaya çalışmasıdır bu devrim.
Tarih tuhaftır, hep öğretir. Öğrenilen şeylerden biri de mazlumların bir müddet sonra zulmedene dönüşmesidir. İntikam ateşinin yakıcı korlarını her yana attığı, insanların acıma hislerinin körleştiği, bir gün omuzlarda taşınıp alkışlanırken diğer gün kendinizi giyotinde bulabileceğiniz günlerdir terör dönemi. Muhtemeldir ki Seine Nehri bile kızıl akmaktadır .” Suçlu, suçsuz”, “iyi, kötü “ giyotin için fark etmez. Giyotin canavarı da, intikamcı ruhlar da beslenmelidir..
Ne ince bir çizgi vardır ölümle yaşam arasında ve yaşam ne kadar kıymetlidir aslında.
İnsanı yaşatmak için çabalarken, iyi için yol alırken, kimi zaman yoldan sapıveriyoruz birden. Terör dönemi de öyle bir dönem.
Çocukluğumun romantik devrimi Fransız İhtilalinin devamı pek de öyle romantik değil aslında. İlk aşamada hak için yol alınan mücadelede, kendi zorbalarını yaratmış sistem devam eden dönemde.
İktidar, güç; sarhoşluk sebebidir her zaman.
Bu yüzdendir ki aristokrasi, monarşi, totaliter/otoriter sistem gibi sistemler; özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, kısacası insanın başlıca düşmanı. Devrimden önce mi söylenmiş, sonra mı bilemem ama bizde güzel bir atasözü var; ” Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.” . Terör dönemini bir yana bırakacak olursak Fransız halkının en büyük özelliği ise; onlar bakmamış, kıyameti koparmış…
Kitaba geri dönecek olursak, bulduğunuz an, vaktiniz varsa okumanızı öneririm.
Concorde/Devrim Meydanı’na gelince.. Vaktiyle şehrin iliklerine işlemiş bu kanlar için çeşmeler ne denli işe yarar bilinmez. Bildiğim o ki, Fransa’da, Fransız politikacılar da bundan bir ders almış olmalı.
Elysee Sarayı karşısındaki anıtın bahçesinde namluları saraya dönük topların sembolik anlamı da: “Dikkat et yaptıklarına, halk olarak ben buradayım” demekmiş.
Bence kapitalizm de bu ihtilalden gerekli dersi çıkardı. Bu yüzdendir hep kendini yenileme ve yamama telaşı.” Ölecek ya da isyan edecek kadar aç bırakma insanı.” Tabii ki sisteme hem çalışan hem tüketen olarak gerekliysen. Yoksa ne önemi var, zaten yoksun sen…
“Aristokrat” kelimesi bizde halk nezdinde pek bilinmez. Bizde ağa olur adı, paşa olur, hanedan olur, ne isterseniz o olur. Yine aynı teraneler döner aslında. Dickens’ın kitabın bir yerinde beyin hummalı zavallı bir kadını anlattığı gibi; kimi ağa kocasının koynundan karısını alır, ya da taze gelini. Yaşamak, yemek, içmek, keyif; ağanın keyfi.
Adil, eşit, özgür, güvenli, refah dolu, aydınlık yarınlar dilerim.
Sevgi ve saygılarımla.