1940’lı yılların başı, Hitler neredeyse tüm Avrupa’yı kapsayan cephelerde savaşıyor. Türkiye’nin de savaşa girme ihtimalinden söz ediliyor. Halk gıda ve diğer ihtiyaçlarını ‘vesika’ yardımı ile karşılayabiliyor. Milli gelir büyük oranda azalmış durumda.İşte bu durumdaki Türkiye’nin koşullarında bile, gelecek nesillerin yetiştirilmesi projesine öncelik verilmiş. Zira Atatürk ülkeyi Türk Gençliğine emanet etmişti ve iyi yetiştirilmeleri gerekiyordu. Bu amaçla da 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri Kanunu kabul edilmiştir. Tam 72 yıl önce. İki yıl sonra da sistem, organizasyon ve yöntemlerinin ne olacağı hususunda bir kanun çıkarılmıştır. Ancak bu kanun alışılagelenden farklıdır. Çünkü bu kanun bir yatırım projesine, hatta ve hatta bir fizibilite raporuna benzemektedir.
1940’lı yıllarda ülkedeki okuma-yazma oranı %20 civarında. Tarımda saban dışında alet kullananların sayısı parmak sayısını geçmiyor. Suni gübrenin adı bile duyulmamış. İşte bu durumdaki köylere, şehre tayini çıksın diye yanıp tutuşmayan, çevrenin zanaat imkânlarının gelişmesine katkı koyabilecek, tarımdan anlayan öğretmenler yetiştirmek amacıyla kuruldu Köy Enstitüleri.
Beş yılda 30.000’e yakın öğrenci ile 21 tane Köy Enstitüsü kurulmuş. 1940’lı yılların başındaki öğretmen sayısı bu enstitüler sayesinde iki katından fazla bir seviyeye ulaşmış. Öğretmen sayısındaki artış oranı %55.
Bu enstitüler sayesinde köylerde yaşam standardı artmış, tarım daha bilinçli bir şekilde yapılagelir olmuştur. Enstitülerden mezun olan her öğrencinin çantasında bir köyde halka hizmet için gerekecek her türlü alet-edevat mevcut bulunmaktaymış. Çekiç, çivi, orak, testere, ilkyardım çantası…v.b… Ancak 1952’li yıllara gelindiğinde Demokrat Parti , dış mihrakların da kışkırtmasıyla bu gençlerin çantalarında bulunan orak-çekiç ikilisini komünizm’i yayma çabası olarak algıladılar. Ve yazıktır ki bunun sonucu olarak tüm Köy Enstitü’lerini kapattılar. Hatta Köy Enstitüleri’nin kurucularından olan Hasan Ali Yücel ‘komünist’ olduğu gerekçesiyle yargılamışlardır.
Oysa Köy Enstitüleri bir çölü vaha oluşturarak kurtarma projesinden başka bir şey değildi. Açık oldukları sürece de birçok vaha oluşturabilmeyi başarmış mükemmel bir projeydi. Ancak bu kadar başarı ve iyi yetişmiş bir nesil bazı çevrelerin işine gelmedi. Kapatıldılar tek tek. Oysa geleceğe yapılmış en büyük yatırımlardan bir tanesiydi.
O günlerin ardından eğitim sistemimizin geldiği durum ortadadır. Tamamı ile ezberci bir eğitim sistemi. Zorunlu olarak ve ücretsizce devlet tarafından verilmesi gereken ancak özelleştirmeye çalışılan bir eğitim sistemi. Özel okul sayısındaki artış ve devlet okulundan çok dershane bulunması da bunun en güzel kanıtıdır.
Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüleri projesi ile devlet adamlığını bir idealde birleştirmenin örneği olmuşlardır. İnsanları güncel hayata bağlayan siyasal hayatın içindeki yöneticilerimizin özenmesi gereken bir durumdur bu. Ama hiç oralı olmamışlardır.
Yaratıcılık ve hayal gücü günümüzde halkı aldatmak için bin türlü yalan söylemek anlamına gelen ‘vizyon’ olarak niteleniyor. Şimdi soruyorum: Köy Enstitüleri’nin bin hatası olsa da (ki yok), bugünün ‘vizyon’una değişmez misiniz?