Günümüzde ulusal ve uluslararası siyaset iyiden iyiye yapı değiştirmeye başladı. Diplomaside geleneksel olan yöntemler değişirken, ulusal politikada da siyasetin işleyiş biçimi yeni formlar edinmeye başladı. Fikirlerin ön plana çıkışı hem bireyselleşirken hem de kimlik kazanımları daha da ön plana çıkartılmaya başlandı. Bu süreç aslında geçtiğimiz on yılın bir birikimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşadığımız süreçte de Kürt-Zaza-Türk-Laz-Çerkez hatta Roman gibi etnik kökenlere ilaveten, Alevi-sünni-şafi-hanefi gibi din ile ilgili ayrışmalar da öne çıkmaktadır. Ya da çıkartılmak istenmektedir. Gelinen süreçte Türkiye ölçeğinde kimlikler üzerinden kazanım yapmak, bu aidiyet gruplarındaki kişilere çıkar sağlamaz. Ancak uluslararası politik bir boyutunu düşünecek olduğumuzda da sınırlar üzerinde ciddi etki yaratarak farklı bir modele doğru gidişi, beraberinde ayrışma ve parçalanmayı getirebilir. Ancak yurt genelinde fikirlerin, bilginin, sanatın, geleneklerin, değer yargılarının, inançların kaynaşmışlığını hesaba katarsak, kimliklerin ön plana çıkartılmasının bizleri ileriki süreçte daha farklı sıkıntılı bir ortama doğru sürekleyeceğini şimdiden öngörümlemek mümkündür diye düşünüyorum.
Bu ve buna benzer sebeplerle kaynaşmışlığın egemen olduğu toplumlarda her zaman huzurun da olduğu düşüncesinden hareket edersek kimliklerin törpülenmesinin “burada törpülenmeden kastım sivriltmek ve öne çıkartmak” iç huzurun altına konulan bir çeşit dinamit olduğunu düşünüyorum. İnceden yanmaya başlar ve kısa süre içinde de bulunduğu ortama huzursuzluk ve güvensizlik saçar. Bu da toplumda karmaşaya neden olur.
Sivil toplumun etkinliğini arttırmak gelişmişlik düzeyi ile ilintili görülmektedir. STK’ların her geçen gün artması ve karar verici konumda olması da uzun zamandır yapılmak istenenlerden bir tanesidir. Burada sivil toplumların çeşitleri ve nitelikleri irdelendiğinde orada da bir sorun yaşanabileceği mevcuttur. Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı da iktidar şuan için sadece katılımcılık ve demokratikleşme söylemleri ile yoluna devam etmektedir. Katılımcılıktan kastedilen halkın siyasi hayatta karar verici konumda olmasıdır. Burada da kent konseylerinin önemi yerel halkın önceliği açısından vurgulanmakla birlikte planın ikinci ayağını oluşturan seçim sonrasında yeni anayasa yapılması sürecidir. Bu süreç de sanıldığı gibi kolay olmayacaktır. Dış mihraklar tarafından istenen Güneydoğu’da sözde Kürdistan projesinin aslı da; Kürtlerin Türklerle beraber eşit haklara sahip iki toplumlu tek devlet projesidir. Bu projede de en büyük sıkıntı Türklüğün tanımını nasıl değiştirecek olmasıdır. Bu da beklenen her olay gibi benzer kolaylıkta olmayacaktır. Bu sebeple de önümüzdeki dönem parlamentosunda muhalafette kalacak olan gruplara büyük görevler düşecektir. Hele ki toplumun katılımından kastını, ahali ‘sokağa dökülmek’ olarak algılarsa bu da iç karmaşaya ve seçim sonrası oluşacak büyük bir kaos ortamına işarettir.
Yapmış olduğum bu analizlerden haraketle çok ‘çılgın’ olmadığımı düşünüyorum. En azından ‘Çılgın Proje 2023’ e farklı bir bakış açısıyla baktığımızda; yeniden güçlü bir iktidar ile yerel özerkliklere geçiş sağlayan Federe devlet modeli ve tabi ki Başkanlık sistemi boyutu kadar çılgın değil benim analizim. Burada Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması öncülüğünü de hatırlatmak isterim. Tabi bir de son zamanlarda yaratılan yeni bir söylemle en çok Kürt’ün İstanbul’da yaşadığına vurgu yapılarak İstanbul’un bir ‘Kürt Şehri’ ilan edilmesinin ardından İstanbul, hem Doğu ve Güzeydoğu’nun hem de tüm illerimizin cazibe merkezi haline getirilmiştir. Atatürk zamanında başkent yapılmak için Ankara’nın cazibe merkezi haline getirildiğini anımsarsak. Gelecek günlerde de Bakanlıkların İstanbul’a taşınması ve sonrasındaki süreç aklıma çok daha farklı çılgınlıkları getiriyor.