Kaldırım taşlarına yansıyan ışınlar, sokağın tek katlı evlerinin pencerelerine aitti. Tek katlı evler, bozkırda yol alan tren gibiydi. Çiçekçi bu sokağın meydana açıldığı parkın kenarında çiçek demetlerini sergiliyordu. Sergilediği demetler arasında yaşıyordu.
Yaşantısıyla ilgili yazdırdığı dilekçeyi okumak istemedi. Elleri titredi ve zarfı çiçek demetinin üzerine bıraktı. Müşteriye zambağın ederini söyledi. Terini sildi ve iki çiçek demetinin yerini değiştirdi. Hükümet konağına döndü. Yuvasına giden tavuk gibi, ürkek adımlarla caddeye doğru yürüdü. Konağa yaklaştıkça adımları seyrekleşti ve yavaşladı.
Bulutlar incecikten damlalarını bırakmaya başladı. Ayakları ıslandı, saçlarından su damladı. Elindeki zarfı ıslatmamak istedi, fakat beceremedi. Bir demet çiçek almadığına pişman oldu. Geri dönmeyi düşünse de yapamadı, ikilemde kaldı.
Nüfus kaydını sorgulayacaktı. Seçim zamanı kütükten bahsetmişlerdi.
“Doğum yerim ve yılını bilmek istiyorum,” dedi.
Konağa yaklaştı, çevresine baktı, “Nüfus cüzdanı ne işime yarayacak. Bu güne kadar yaramadı, bundan sonra da yaramasın,” diyerek ne kazanacağım ki, yorumunu yaptı.
“Doğduğumda babam askermiş, anamın da kasabaya inip nüfusa kayıt yaptırması imkânsızmış. Muhtarın da babamla arası serinmiş,” derken iç çekti. Bu hikâyeyi de kendi uydurmuştu. Çünkü geçmişiyle ilgili bir şey öğrenememişti. Bu konuda önüne gelen herkesten medet umuyordu.” İnsanlar çiçek gibi olmalı. Dökülse de meyvesi çıkar,” derdi.
Müşterilerden biri, “ Kaçak durumuna düşme, bir an önce askerlik şubesine gitmelisin,” demişti. Bilgisi vardı fakat nüfus ile ilgili hiçbir belgesi yoktu.
Yuvada iki yıl kaldıktan sonra, bir sabah çiçek demetleri arasında gözünü açmıştı. Çiçek satan kadının yanına sığınmıştı. Çiçekçi kadın öldükten sonra çiçek sergisi ve sevgisi ona kalmıştı. Onun da adı, “Çiçekçi,” olarak kalmıştı.
Adını “Çiçekçi” biliyordu. Boyu uzamış, zayıf, siyah saçlı ve ela gözlüydü. Kutuların içinde yatar, yağmurda üzerine bir naylon çekerdi. Çiçeklerle bir arada olmaktan memnundu. Çiçekler için, sevgi ve mutluluğun simgesidir diye biliyordu. Vazolarda bazen tek bazen de demet halinde en güzel salonların süsüydüler. Sevgiliye en güzel hediyeydiler.
Çiçekçi, “Çiçeklerim, güzellerim ayrılamam sizden,” diyordu.
Çiçek sergi ve sevgisini kendisine bırakana dua ediyordu. Varsın evi olmasın. Kapalı bir mekân onu sıkıyordu. Kendini bildi bileli yıldızları gözleyerek uyuyordu.” Güzellerimi satmaya kıyamıyorum,” diyordu. Onun için satılmasa daha iyiydi.
Güne, güzellerinin arasında gözünü açarak başlıyordu. “Bir demet çiçek dünyaya bedel,” diyordu. Çiçek demetini çiftlere uzatırken, onların gözlerine bakar, “Güzelliğini beyninizde hissedin, onları çok sevin,” diyordu.
Çiçekçi için hayat, çiçek demetlerinde, renklerin uyumunda, güzel kokularında ve onların güzelliğinde gizliydi.
Çiçekleri sulamayı onlara can katma olarak değerlendiriyor ve böylece tomurcuk verenlerin neşesine ortak oluyordu. Bir de ailesi, yakınları ve tanıdığı olsaydı. Hayat bu kadar mı? Zordu, o güzelim demetlere rağmen.” Çiçek demetleri beni ayakta tutuyor, aksi hâlde kaldırım taşlarının arasına batarım,” diyordu.
Kaldırımın kenarına oturdu, tabureye yaslandı. Kemanın sesini işitti. Müziğin ritminden hoşlandı. Gözleri daldı ve yeşillikler arasında çiçek bahçesini gezdi. Kapalı bir yerde oturdu. Yemekler geldi. Çorbası sıcaktı, tatmadığı yemekler vardı, masasında. Çağ kebabı, yaprak döneri ve lahana dolması. Sıcak çorba içmeyeli epeyi olmuştu. Kendine geldiğinde gözyaşlarını sildi. Bir süre sessiz kaldı ve hareket edemedi.
Çiçekleri çoğu zaman onu terk ediyordu. Bir evim, anam, babam ve kardeşlerim olsun istiyordu. Aile yuvasını özlüyordu. Yaz ve kış ayakları hiç ısınmıyordu. Sıcak bir yuva duymuştu gelen çiftlerin birinden. Sıcak yuva diye bir evi olsa gerekti. “Sıcak yuva ”
Haftanın ilk günü kırmızı gül alan kız, ona “Sıcak bir yuvan olsun,” demişti. ” Bunun üzerine içinden geçen duygu, bir gece kondum bile olsaydı şeklindeydi. Yalnız önce kimlik diyerek dizini dövdü.
Gece kondu! Hayallerini süslemeye başlamıştı, bir demet çiçek gibi.
Çiçeğiyle nüfusa mı? Uğrasaydı. Kimliğimi almış olsam gece kondu için uğraşırdım. Yağmur altında ıslanmadığım, donma korkusuyla uyumadığım ve su içinde kalmadığım kapalı bir mekân isterim. Sobanın üstünde çayımın kaynadığı ve korkusuz uyuyabildiğim.
Çiçekler arasında mukavva kutular içerisinde sızıp kalmak. Sabaha çıkabilme korkusuyla uyumak, su içinde kalma düşüncesinden bıkmak. Kış soğuğunu atlatmak, kar ve buz altında can barındırmak kolay değildi. Her kış hastanede uyandığı oluyordu. Donmuştur diye acile bırakıldığı da onun için, normaldi. Hastane dışında bu güne kadar kapalı bir yerde yatmamış. Onun için gecelerin uzun olmasını istemiyormuş.
Her şeye karşılık kimliksizlik aklından çıkmıyor ve içi sızlıyordu. Çiçeklerin güzelliğine gelen insanların dertlerini dinlerken, sıkıntısız bir hayat düşünemez olmuştu. Üzülmek işe yaramıyordu. Çiçek demetleri üzülmesini istemiyordu. “Varsın olmasın kimliğim,” diyordu.
Talihsizliğin yok sınıfına attığı çiçekçi, “Hayatın aldatıcı yönünü kimse bilemez. Yazın kışı, kışın ise yazı düşünür olduk,” diyordu. Çiçekçi seveni ve sevdiği olmamış ve geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. Sabahın köründe dalgalara kapılıp dünya ile ilgisini kesmeyi aklından geçirmişti. El ele tutuşmuş yavuklulara mı? Derdini dökseydi. Hayat dolu insanlara ne diyecekti. Nüfusta kaydı ve bir göz odasının olmadığını mı? Söylemesi gerekirdi? “Görmeyen göz güneşin doğduğunu sıcaklığından anlar,” diyordu.
Dalgalar arasında çırpınıyorum. Buna rağmen, çiçeklerimi yaşatmaya çalışmak ve bir yere sığınmak isterim diyerek dert mi? yansaydı. Düşündükçe daha çok çıkmaza giriyordu.
Saçı ve sakalı ağarmış iki kişi çiçek sergisine bakarak yaklaştılar. Fakat çiçeklere değil çiçekçiye dikkat kesildiler. Biri selam verdi, karanfil demetini kokladı.
“Karanfile bayılırım,” dedi.
Çiçekçi, “Karanfil her zaman güzeldir, dayanıklıdır ve kolaylıkla solmaz,” dedi.
Ayağa kalktı, yaşlı müşterileri uğurladı. Peşlerinden bakarken bir hoş oldu. “Babam yaşasa bu kadar yaşlı olur muydu? Dedi. Bir tarafa savrulur gibi oldu.
Oturdu, saçlarını karıştırdı. “Başım ağırdı, gül koklamalıyım,” dedi. Çiçeklerle çiçek gibi ömür geçirmek istiyordu. Çiçeklerle süslü bir yaşantıyı sevdiğini düşündü. Çiçeklerin güzel kokularıyla hayat buluyordu. Çiçek demetleri onu hayata bağlıyordu.
Hafif bir rüzgâr boynundan dolandı. İncecikten bir ses geldi kulağına. Çınlama beynine doğru girdi. Dengesini koruyamadı ve oturdu.
“İyi günler beyefendi nasılsınız,” dedi.
Çiçekçi, “Teşekkür ederim, bir demet çiçek gibiyim,” dedi.
Geleni tanımadı, ona bir demet çiçek verdi. Akşamın karanlığı çökmeye başlamış, çiçeklerin renkleri örtülmeye yüz tutmuştu. Biraz önceki karanfil seven iki yaşlı geri geldi. Çiçekçinin karşısına dikildiler. Önce birbirlerine baktılar, bir şeyler söylemek istediler.
“Evet, aradığımız,” diye fısıldadılar.
Çiçekçi iki yaşlı tarafından göz hapsine alındı. Farkında olduğu halde tepki vermedi. Rüzgâr soğuk esti, yağmur bulutları hareketlendi. Çiçeklerin renkleri iyice görünmez oldu. Çiçekçi, çiçeklerini gece düzenlerine hazırladı. Yağmur için önlem aldı. Bir taraftan da iki yaşlıyla ilgili yorum yapmaya başladı.
Çiçek sergisinin yanındaki taşlara oturan yaşlılara bir göz baktı, yakınım diye kimseyi tanımadığı için, etkilenmedi. Çiçek isteyenlere naylonu kaldırıp çiçeklerden demet yaptı. Yaşlıları hep unuttu. Bu günkü satışlardan memnundu. “Çorba içerim,” dedi. Yaşlılardan uzun sakallısına gözü ilişti. Göz göze geldiler içinde bir burukluk hissetti. Birbirlerine bir şeyler söylemek istediler, vazgeçtiler. Çiçekçi onlara aldırış etmedi ve kovaları biraz daha sıklaştırdı. Naylonu düzenledi ve kendi yatacağı yeri ayarladı.
“Dünya saçmalıklarla dolu, yalnız çiçeklerle yaşam, güler yüzlü, gerisi boş. Karga çirkinliğini anlasaydı, derdinden kar gibi erirdi,” dedi. Çiçekleri arasında uyumak, uzayın gizemini ve yıldızları izlemek, açık havada yatmanın güzelliği,” şeklinde düşündü.
“Karanlık korku dolu sırlar saklar. Söylemine inanmıyorum. Yaşantıyla ilgili bu güne kadar süre gelen gizemlilik kaybolmuştur. Bu kayboluş ki, anlaşılmazları silmiştir. Geriye kalan güzellikler, eğer bir sır ise, o da çiçeklerdir. Kir tutmayan akar su gibi,” dedi.
Yaşlılar, demet halindeki çiçeklere değil de çiçekçiyi göz hapsinde tutuyorlardı.
Çiçekçi;
“Kendimi tanımıyorum da bunlar beni ne tanıyacak,” isteklerini sormak istedi.
Yaşlılar niçin gelmişti. Basit bir çiçekçiden ne isteyebilirdi. Sonuçta nüfusa kaydı bile yoktu. Yoksa askerlik için mi? Gelmişlerdi. Çiçekçi sağlıklı düşünemiyordu.
Yaşlılar da bu sırada toparlandılar, bir şeyler konuşmak için, ayağa kalktılar.
Yaşlılardan uzun sakallısı, “Yıllardır içimizi sızlatan nüfus kayıtlarına ulaştık,” dedi. Çiçekçi sakallıya anlamsız gözlerle baktı.
Bu defa kısa sakallı olanı, “Yavrum şaşırdın değil mi? Ağabeyim doğrudan demedi, belki cesaret edemedi. Bizi anlayacağını ümit ediyorum. Yıllarımız seni soruşturmakla geçti. Tüm yurtları ve bu yurtlardan ayrılanları takip ettik. Kimlik bilgilerine ulaşmaya çalıştık. İş yerlerini, seyyar satıcıları dedektif gibi takip ettik. Her şehir tatil beldesi, caddeler tatil gezimiz oldu. Köyün gezgini durumuna düştük. Yurtlardan ayrılanların genelde ne işlerle uğraştıklarını soruşturduk. Gündüzlerimiz gecelere karıştı. Yeri geldi biz de yıldızlarla dost olduk, sıcağa soğuğa aldırmadık.
Günlerin yıllara karşılık geldiği bir anda, çiçekler arasında çiçek gibi hoş olan seni bulduk. Köyden kente bozkırları geçtik. Akarsuları takip ettik. Çiçek bahçelerinde soluklandık. Suların aktığı medeniyet serüvenine katıldık. “Bir demet çiçek” haline geldiği yere nokta koyduk. Bu noktada inançla ve tüm sezgimizle, “Bulduk” dedik.
Dinlediğimiz hikâyeler gibi, sonuçlanmasına şaşırmadık. İçimizde köpüren dalgalar duruldu. Çiçeklerin güzelliğini hissettik. Çiçeklerin çobanını tanıdık. Hükümete koştuk, nüfusa vardık ve kimliğini çıkarttık. Burada üç gündür seni takip ettik. En küçük bir bilgi eksikliğinde sarsılmadık. Yılmadan sinyallerin peşinden koştuk. Çiçeklere olan düşkünlüğün satıcıdan da öte olması özelliğimizle örtüştü. Hareketlerin ve davranış şeklin içimizdeki sırrı çözdü.
“İşte aradığımız,” dedik.
İki yaşlı sakallarını sıvazladı, çiçekçiye nüfus kâğıdını uzattı. “Yaşadığına dair belgen,” dedi.
“Bizim de nüfus kâğıdımıza bakarsan; baban ve amcan olduğumuzu anlarsın,” dediler.
Çiçekçi kollarını açtı. Akşamın karanlığını şehir ışığının aydınlattığı çiçek demetleri arasında,
“Babam,
“Amcam” diyebildi.
Çiçekçi bayılmıştı.