Kendileri dışında tüm dünyaya hiçbir zaman önüne geçilemeyecek kadar güçlü ve üstün olduklarını empoze eden Batıya rağmen ilk baskı tekniklerini doğulular bulmuşlardı. Eski Mısır ve bilindiği üzere Çin’de baskı teknikleri bulunup çok uzun süre baskılar yapılmıştı.
İslam dünyasında tanıdığı baskı tekniklerini Batı dünyası, zaman içerisinde geliştirmiş; sanayi devriminin getirdiği imkan ve yeniliklerle kendini ve kültürünü tamamen sindirip yansıttığı modern matbaacılığı yine aynı kendini beğenmişlikle, başta atalarının tekniklerini unutan Çinliler ve Müslümanlar olmak üzere tüm dünyaya, dünya için Batının büyük bir nimeti gibi sunmuştur.
Batıya karşı üstünlüğünü kaybetmemede tedbir olarak savaş teknolojisini çekinmeden edinen Osmanlı, Batıdan alabileceği ilk teknolojilerden olan matbaaya karşı temkinli davranmıştır. Modern anlamda matbaa, Avrupa’da, Fatih zamanında dünyaya sunulurken en kudretli zamanımızda bu önemli teknolojiye karşı devekuşu misali kafamızı kuma gömmüşüz. Osmanlı Yahudileri Batıya at başı matbaayı Osmanlı topraklarında kurmuşlarken Osmanlılar, hemen burunlarının dibinde bu imkanı maalesef tam iki yüz elli yıl göremediler.
İlk batılılaşma faaliyetleri olan ‘Lale Devri yenileşme çalışmaları’, sonunda matbaayı görmüş ve İbrahim Müteferrika’yla devlet adına bu ilk Batı teknolojisini kendi ülkesinde kurabilmişti. Asırlardır sürüp devam eden ve milyonlarca insanın geçim kaynağı olan elle yazıp çoğaltma yöntemi elbet göz ardı edilemeyecek önemli bir sosyal ve ekonomik gerçeklikti.
Matbaa büyük bir kolaylık, ucuzluk ve sürat getirirken binlerce insanın ekonomik olarak etkilenmesi söz konusuydu. Savaş meydanlarında onca yenilgiler sonrası tamamen Batıya açık Osmanlı elit yönetimi, elbet matbaayı da tevarüs edecekti ve bunda kararlıydı. Batılılaşma, Batı gibi olma adına ‘Lale Devri’nde gerçekleştirilen bir dizi yenilikler içerisinde matbaada yerini almıştı.
Ekonomik şartlar düşünüldüğünde matbaa basımına Şeyhülislam fetvasıyla dini eserler sınırlamaları getirilmesi aslında makuldü. Ama bu makul çalışmalar, Osmanlı elit yönetimini iki yüz elli yıllık gecikmeden masum kılmaz.
Değinildiği üzere devlet üst düzey yetkililerinin bu gecikmede olaya sosyal ve ekonomik olarak bakmalarının ve ilmiye sınıfını kendi karşılarına almama gayretlerinin önemli olduğu söylenebilir.
Bu çekincelerden olsa gerek başlangıçta Osmanlı için yeni bu Batı teknolojisinde dini eserler kesinlikle basılmadı. Bilimin dini ilimler olarak tedris edildiği o günkü Osmanlıda matbaaya kalan basılacak evraklar oldukça azdı. Bununla birlikte ilk olarak bir lügatin basılması Müteferrika’nın başarısıdır. Patrona Halil’le kesintiye uğratılan batılılaşma çalışmalarından olarak matbaa da nasibini aldı. Ama Osmanlı devlet iradesi batılılaşmada kararlıydı ve Müteferrika ile giren matbaa bir süre sonra Osmanlı ülkesinde vazgeçilmez Batı teknolojisi olacaktı.
Osmanlı, devlet olarak Batıya karşı üstünlüğünü kaybetmeye başladığı andan itibaren Batıya dönük olarak kaybettiği prestiji kazanmak için batılılaşmanın tek alternatif olduğunu anladığından bu yana batılılaşmada kararlıydı.
Ancak yeni programları mevcut veri tabanın kabullenmesi en büyük sorundu. Bunun için devlet, ıslahat, yenileşme sonraları batılılaşma isimlendirmeleriyle batıdan alınan her uygulamaya hep temkinli yaklaşmıştır. Matbaaya olan bu temkin adeta abartılarak çeyrek asır sürmüştür. Toplumun sosyal ve ekonomik yapısı değinildiği üzere bu abartıda en önemli etkendi.
Cumhuriyet döneminde açıkça hedeflenen ‘Batılılaşma’, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedef ve bu hedefe ulaşmada başarılan batılılaşma kazanımları aynı devlet mantığı yapısının verdiği yaklaşım ve temkinle televizyonu edinmede bir otuz yıl beklemişti. Telgrafı, telefonu hatta radyoyu Batıdan edinip kullanmada tereddüt etmeyen batılılaşmaya açık Osmanlı devlet anlayışının devamı imiş gibi Cumhuriyet devlet zihniyeti nedense televizyona matbaaya yaptığının benzerini yapmıştı.
Bugün hala bir arpa boyu ilerleyebildiğimiz okumak sorunumuzda, toplum yapısı olarak görsele ve dinlemeye meyilli oluşumuz elbette büyük oranda etkindi. Ancak iki yüz elli yıl beklemeden en kudretli dönemimizde edinseydik matbaayı belki kahrolası toplum yapımızı da büyük oranda kıracaktık. Batıyı ve teknolojisini daha doğru anlayacak ve Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün bayraklaştırıp ‘gösterdiği hedefe’ daha işin başında ulaşmış olacaktık.