Bizim Karadenizli Roma’da gezinirken, kendini bir anda Vatikan’ın önünde bulur. Vatikan’ın girişinde uzun bir kuyruk vardır. Merakla sırada bekleşenlere sorar: Bu ne kuyruğu?
Katolikler cevap verir: ‘Papazlar cennetten parsel satıyor, biz de almak için bekleşiriz!’
Bizimkisi de geçer kuyruğa. Geriye dönüp baktığında arkasında binlerce kişi daha birikmiştir. Nihayet sıra buna gelir. Papazlara der ki: ‘Ben cennetten parsel değil, cehennemi satın almak istiyorum.’
Papazlar: ‘Biz sadece cennetten satıyoruz‘ derler ama bizimkisi ‘cennetten sattığınıza göre, cehennemi de satarsınız‘ diye cevaplar.
Bu beklenmedik talep karşısında çaresiz kalan papazlar toplanıp bir karara vararak ‘tamam’ derler.
Karadenizli uyanık, cehennemin bütün tapusunu ucuz bir fiyata alıp, sevinçle dışarı çıkar ve kuyruktakilere dönüp: ‘Bir dakika beni dinleyin‘ der, elindeki cehennemin tapusunu göstererek. ‘Cehennemin tümünü satın aldım. Oraya kimseyi sokmayacağım. Bu nedenle cennetten parsel almanıza gerek yok. Nasıl olsa başka gidecek yer yok, bu yüzden herkes cennete gidecek…’
Bunu duyan ahmaklar sevinçle kuyruktan ayrılıp gidince, Vatikan’ı bir telaş alır. Zira artık bir daha kimseyi sahte cennetle aldatamayacak, aptalları yolamayacaktır.
Karadeniz uşağını çağırıp derler ki:’ Bize cehennemi geri sat!’
Hemşehrimiz ‘olmaz‘ diye tutturunca, ödediğinin yüzlerce katını teklif ederler. Çetin pazarlıklar sonrası bizimkisi satmayı kabul ederek yüklü bir parayla ayrılır oradan.
Vatikan da yarım kalan kerizleri yolma işlemine devam edermiş o gün bugündür.
* * *
Hedef aile kurumu
Batının, İslâm’la ve dahi milletimizle savaşı herkesin malumu. Bu savaşı gizlemenin kalkanı ise; demokrasi, özgürlük ve insan hakları kavramları. Özelde İslâm topraklarına, genelde bütün milletlerin kültürlerine yönelen şiddette en çok zararı, kadın ve çocuklar görüyor.
Bunlar zarar görmüşse değerler yıkılır, aile kurumu çöker, gelecek tarumar olur. Maksatları tam da budur.
Batı, insanlıkla günahla değiş tokuş etme, rıza göstermeyene cebir ve şiddet uygulamayı demokrasinin ve özgürlüğünün gereği görür. Bu bağlamda batı modern, onun müflis değerlerine itibar etmeyenler ise geçmişte kalmış, evrimleşememiş yaratıklar.
Kim bu zorbalığa başkaldırır ise, batının giyotininde demokrasi ve özgürlük adına başı vurulur. İslâm âlemi ve onun başat lideri Türkiye, Osmanlı’nın son demleri ve sonrasında başımıza örülen belâlardan ne zaman arınmak yahut uzak olmak istemişse, gerçek yüzlerini göstermek için terörün sadece silah ve canlı bomba ile olanını değil, bin bir türünü derhal devreye sokmaktalar.
Lâkin bunun için batının tümünü suçlamak haksızlık olur. Açıktır ki, batının zulmüne karşı çıkıp eleştirenler yok değil. Bunları zaman zaman medyada, üniversitelerde, ticarette ve hatta sokakta görmek mümkün.
Daha önce de yazmıştım. Batıda, Türkiye ve İslâm aleyhine yazıp konuşmak ciddi gelir getiren bir meslek. Siz yeter ki, İslâm ve Türkiye’nin aleyhinde yazıp-çizin, konuşun, karanlık adamlar paraya boğar sizi. Aksine, hakikati yazarak bizi savunanlar ise baskıya maruz kalır, hatta işlerinden dahi olabilirler. Sadece batıda değil, burada da aynını yapıyorlar.
Bizim temel eksiklerimizden biri de, sahte – sokağın ağzıyla da çakma- cennetlerinden tapu satılarak aldatılan, hipnoz edilerek oyalanan batılı insana değerlerimizi aktaramamak. Bunu başarabiliriz miyiz? Elbette. Lâkin bu hususta samimi olmadığımızı da not etmeye mecburum.
Yaygaraları haber sanıp peşine takılıyoruz
BBC, VOA, DW, AP, AFP, Reuters bir yana, Rusya sputnik’i ile 30’dan fazla lisanda algı oyunu oynuyor, bilinçleri kirletiyor. ‘Biz de yüz dilde yayın yaparız’ diyebilir birileri. Ama mesele kemiyetten ziyade, keyfiyette. Bırakınız dış dünyaya yönelmeyi, içe dönük olanlarımızın keyfiyeti ne kadar bize ait ve bizim değerlerimizi anlatıyor?
Aslına bakılırsa biz hiçbir şey yapmıyoruz. ‘Bugün bulunduğumuz yeri gayretimiz değil, tarih ve kaderin ardımızdan itelemesine borçluyuz‘ desem galiba haksızlık etmiş olmam. Paramız bol, ama aklımız çok karışık. Zaten değerlerimizden kopmak bir yana, kendimize bile yabancılaştık. Ne doğru, ne yanlış bilmiyoruz. Anlık yaygaraları haber sanıp, peşine takılıyoruz. İçimizdeki veya dışımızdaki düşmanların tuzaklarını anlayana dek, ağ örülmüş olduğundan bize düşense yem olmak…
Özetle diyorum ki, sahte cennet pazarlamacılarının oyununu bozacak işler yapmaya mecburuz. Bunun için, nasıl ki batı içimizdeki adamları üstümüze salıyor, biz de onların üstüne salmayalım ama onların arasındaki vicdanlılardan istifade edelim.
Bunların çözümünün bir yolu devletten geçse de, diğer yolları ilim ve hikmet erbabı, yığınak üstüne yığınak yapan zenginler, talebeler, işinin ehli olanlar ve sairden geçiyor. Batıl zihin şer de olsa işin ehli, biz ise kartvizit ve yakinlikten öte geçmeyi, yani emaneti ehline vermeyi, ehline hak ettiği ücreti ödemeyi, sadakatten ayrılmamayı, zamanı/ömrü israf etmemeyi, basiret ve ferasetsiz yol alınamayacağını bir türlü öğrenemedik. Bu gidişle de bizi bekleyen uzun ve karanlık bir tünel var.
Biz Müslümanların hayatları keşkelerle dolu. Oysa insan keşke dememek için bir şeyler yapsa yeter.
Vakıf medeniyetimizi yıktık
Ezcümle diyorum ki, vakıf medeniyetimizi yıktık. Eskiden vakıflar tek bir gâye ile kurulur ve o hususta sâ’y-ı gayret/ceht ederler ve başarırlardı da. Şimdilerde ise vakıfların işi istemek ve ‘elimden her iş gelir‘ diyen adam misali, iştigal etmedikleri tek iş, gerçek işleri. İşe birazda buradan mı başlamalı, ne dersiniz?