Şaşı olduğu için benzetme yoluyla Osman’a bu ismi yakıştırmıştı köylü. Şehlaya yakın çapraz bakan gözleri, duruma göre renk alıyordu. Normalde gri bakışları, neşeli olduğu durumlarda yeşile çalıyor, sinirlendiğinde ise çeşitli renklere dönebiliyordu.
Bakışlarında kıvrak bir zekâ, tavırlarında muzip bir duruş vardı. Osman’ın sevimliliğiyle sempati çemberine alamayacağı kimse yok gibiydi. Orta boylu büyükçe kafalıydı. Neşesi, cana yakınlığı, esprili kişiliğiyle hakkındaki en olumsuz düşüncelerinizi bile zihninizden anında söküp atabiliyordu.
Babası, Osman doğmadan önce bir cinayete kurban gitmişti. Bu yüzden hayatını, baba şefkatinden mahrum geçirecekti. Çocukluğunda çok yaramazdı. Belki de babasızlığını yaramazlıkla telafi ediyordu. Çocukluğundan gençliğe adım atarken yaramazlığına bir de muzipliği eklenmişti.
Sefil yaşantısı onun hayata bağlılığını, yaşama sevincini, yokluğa direncini kıramamış; çevresine neşe saçan özelliği ile sohbetlerin vazgeçilmezi olmuştu.
Başka bir köye göçünceye kadarki hayatı bile tam bir ömre bedel yaşanmışlıklarla ve maceralarla doluydu.
En sinirli anınızda bile sizi güldürmeyi başarır, ne yapar eder şapkadan tavşan çıkarır gibi bir şaka icat ediverirdi. Köylülerin “Yarenlik’’ dediği, kimilerinin boşboğazlıkla karıştırdığı ağır şakalar yapmaktan çekinmez, bazen dozunu kaçırıp dayağa ramak kaldığı da olurdu.
Kumar oynamaya da düşkündü. Jest ve mimikleri, okey, poker gibi oyunlarda ona avantaj sağlıyordu. Çapraz bakar, çapraz oyun oynardı. Arkadaşları şaka yollu ‘’Osman ne tarafa baktığın belli değil ha! Bir gözünle öbür yana bakarken diğer gözünle bizim kâğıtlara mı bakıyorsun?’’ derler, O da “Ne yapayım aslanım benim bakışım böyle, bende kabahat yok ki! ”derdi.
Köylerinde kumar yasak olduğu için kafa dengi birkaç arkadaşıyla aralarında yakıt parası toplayıp, Küçük Ahmet’in elden düşme binek arabası ile yakın köylerden birine kumara giderler, soranlara ”Bizim canımız sıkılıyor, karşı köye gezmeye gidiyoruz ”derlerdi.
O akşam da Küçük Ahmet, Solak Mehmet, Korkak İsmet aralarında işaretleşip fısıldaştılar. Köylü çakmasın diye arabaya köy meydanında binmediler, Küçük Ahmet onları biraz ileride bekledi. Aralarında beşer onar benzin parası denkleştirdiler. Birkaç bira ile çakırkeyif olmuşlar, umuda yelken açarken emektar araba da sanki onlarla içmiş gibi sağa sola yalpalayarak tozlu köy yolunda gözden kaybolmuşlardı.
Arkalarından şakacı köylülerin “Rasgele!” diye imalı başarı dilekleri bile o gece kumarda kaybetmelerini önleyememiş, tarlada çalışıp kazandıklarını masada bırakmışlardı.
Köye dönerken kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. İçlerinde sadece Çapraz Osman neşeliydi “Ne üzülüyorsunuz ulan! Yarın akşam gider intikamımızı alır, bavul dolusu parayla döneriz köye” deyince biraz ferahlar gibi oldular.
Döndüklerinde köy meydanındaki kahvehaneler kapanmış ilk horoz ötmüş, şafağın sökmesine az bir zaman kalmıştı. Osman’ın neşesi kaçtı. Geç kalmışlardı.
Hepsi arabadan inince Çapraz “Yahu nereye gidiyorsunuz, bana bir akıl verin hele! Bizim karı beni bu saatte beni eve koymaz imanıma! Sizin karılara benzemez şerefsizim bizimki, benim işim hepinizden zor bu gece’’
Kısa bir sessizlikten sonra Solak Mehmet kayıtsızca; biraz da alaylı “Valla Osman Abi sen koca herif olmuşsun artık. Bizimkiler gıkını çıkaramaz. Senin hükmün geçmiyor evde herhalde? Ama bu akşam kumarda kaybettik ya belki aşkta kazanırsın. Yenge sana bir iyilikte bulunur, belli mi olur?”. Gülüştüler… Çapraz’ın inanacak hali yoktu. İnanmış görünüyordu.
Korkak İsmet bir taraftan ayakta işiyor bir taraftan da laf veriyordu “Osman Abi ne yap biliyor musun? Sizin evde duvar saati yok mu? Sessizce saati geriye al. Yatsı ezanı yeni okunmuş falan gibi zannetsin yenge. Saati 10.30’a ayarla; seninki uyanırsa saate bakar, vakit erken diye sana bir şey diyemez”
Bu fikir Çapraz Osman’ın aklına pek yatmamıştı ama başka seçenek de yok gibiydi. Gönülsüz de olsa uygulamaya koyamaya karar verdi.
Sessiz olmalıydı. Evin önüne geldiğinde köpek sevinçle üzerine atlamaya çalıştı. “Dur ulan Kapi, sessiz ol bakalım yavrum! Kabahatliyiz, bu gece eve geç geldik biraz”. Kapi, bir taraftan kuyruğunu sallıyor bir taraftan da “Sadece bu gece mi?” der gibi bakıyordu.
Çapraz ayaklarının ucunda yürüyor, mümkün olduğu kadar ses çıkarmamaya çalışıyordu. Bir ara ayağı eski köy kapısının tahta eşiğine takılır gibi oldu ama Fatma Karı uyanmadan durumu kurtardı. Kadın tıkırtıyı duymuş ama derin uyku gözlerini açmasına izin vermemişti. Yan döndü, bir şeyler sayıklar gibi yapıp yutkundu sonra yine kendinden geçti.
Osman, atadan kalma, kurmalı duvar saatinin anahtar başlıklı çevirme kilidini tuttu. Saati 22. 30 ‘a ayarlayıp usulca yer yatağında yatan karısının yanına uzandı. Üzerine sinmiş zift ile içkinin birbirine karışmış ağır kokusu Fatma Karı’yı uyandırdı “Neredeydin bu saate kadar sen be herif?” diye azar yollu yüksek denebilecek bir sesle bağırdı.
Osman, gayet pişkin hatta haklıymış havalarında, suçlayıcı bir tonla “Kahvedeydim ulan serseri, nerede olacağım? İstersen saate bak!”. Kadın, bir gözü açık biri kapalı başucundaki gaz lambasının ışığını büyülttü. Baktı baktı ”Allah Allah, vakit sanki sabaha yakın gibi ama saate bakarsan daha erkenmiş, yanılmışım ”deyip yattı. Sessizlik… Saatin tik-takları dışında köy ölüm sessizliğine büründü. Koca köyde bir kaç böceğin cılız sesinden başka çıt çıkmıyordu. Uzaklarda erkenci bir kuş öttü.
Çapraz tam da dalmak üzereyken her zaman sabah ezanını okuyan ihtiyar Hatip Ağa tok ve davudi sesiyle ezan okumaya başlamasın mı? Herkes gibi Fatma Karı da sabah ezanını Hatip Ağa’nın okuduğunu bilirdi. Yataktan yavaşça sıyrıldı. Sobanın yanında köylülerin “Kül Faraşı” dedikleri küreği kaptığı gibi yorganın üstünden Osman’a rasgele indirmeye başladı.
Basık, loş, dar köy evinin odası Osman’a daha da dar geliyordu. Kadın yetiştiği yerde küreği indiriyor, her defasında da “körün taşı” misali şaşmaz bir şekilde hedefini buluyordu.
Bir ara sağanak azalınca “Ne vuruyorsun karı, şimdi abdest alıp namaza yetişeceğim” diye durumu kurtarmaya çalıştıysa da kadın ”Hiç ömründe camiye gittin mi imansız” diye Osman’ın hamlelerini hep boşa çıkardı. Çapraz, dayaktan nasibini bol bol alırken “Peeh! Kumarda kaybeden aşkta kazanırmış ha! Bunu söyleyen gelsin benim karıya anlatsın!”
Aslında kumarda kaybeden aşkta da kaybediyordu. Bunu Osman gibiler bilmiyordu. Kumarda kaybedenler hiç bir şeyde kazanamıyordu ki! …
Ali Ayaz
16 Eylül 2017, Adana