Gördüğüm kadarıyla bizde okul, cami v.b. yapıların inşasına ve yer seçimine yön veren kıstaslar çok detaylı ve ince ince düşünülerek hazırlanmış değil. Hem mevzuat açısından böyle, hem bu yapıların vücuda getirilmesine öncülük edenler bakımından böyle. Geçmiş yıllarda bir konuyu araştırırken, mesela Amerika’da bu tür yapıların kurulumu ve işletilmesine dair bazı düzenlemere rastlamıştım. Orada ilk defa karşılaştığım kavramlar ve önemsenen hususları görünce bizim konuyu ne kadar gelişigüzel ele aldığımız daha net görülebiliyordu. Bu bağlamda okulları başka bir yazıya havale edip camiler konusuna bu açıdan biraz bakalım..
Özellikle sonradan imara açılan bölgelerde bile bakıyoruz ki küçücük ve gönyesi bozuk arsalar üzerine camiler inşa edilip ibadete açılıyor. Toplu ibadet ihtiyacını görmesi açısından bir sorun yok ama bir mabedin insana vermesi beklenen huşûu ve ibadet süresince veya camide bulunulduğu sürece insan üzerinde bıraktığı tesir bakımından düşünülürse biraz daha farklı kıstasların aranması gerekir kanaatindeyim.
Örneğin; gürültü, egzost gazları v.s. trafiğin bütün olumsuz etkisini içeriye ve cemaate yansıtan bir yer seçimi ne kadar isabetlidir? Hayatın bütün karmaşasını dışarıda bırakmaya imkan verecek mu’tenâ bir sükûneti sağlayamayan bir camide ibadetten ne kadar manevi haz alınabilir?
Mahallenin çocuklarına; “babamın evi ne demek! Burası benim Allahım’ın evi” sıcaklığıyla koşa koşa gelecekleri oturma, okuma, oynama, dinlenme imkanlarını hazırlamış kaç camimiz var? Yaz Kur’an kursları haricinde herhangi bir günde çocuk annesine ‘ben camide oynamaya gidiyorum’ dediğinde annelerin ‘git yavrum, şu zaman da gel yemeğini ye!’ dedikten sonra ‘çocuğum emin ve güvenilir bir yerde vakit geçiriyor, gözüm arkada değil’ rahatlığını hissettirsek fena mı olur?
Mesela Üsküdar Belediyesi’nin semtlerde açtığı ‘Bilgi Evleri’ gibi yapılanmaları camilerimizin bünyesinde de oluştursak ve ilk-orta öğretim öğrencilerinin ders çalışma, ödev/etüt faaliyetlerini yapmalarına imkan sağlasak nasıl olur?
Şimdi geldik meselenin bam teline: Madem camilerimizi hayatın merkezindeki asli fonksiyonuna geri döndürmek için bazı çabalar var; örneğin Diyanet’in çocukların ve gençlerin cami ile daha çok haşır-neşir olması için yaptığı ataklar gibi.. Bu bağlamda yıllardır şunu düşünürüm; Birçok belediye geri dönüştürülebilir atıkların toplanması ve ekonomiye yeniden kazandırılması konusunda henüz istenen seviyeye gelmiş değil. Okullar ve bazı kurumlar kısmen bu sürece katılmış olsa da bu işin organizasyonu hala başlı başına bir mesele olarak ortada duruyor. Mesela bu konuda Diyanet’in ve belediyelerin işbirliği ve ortak proje geliştirmesi ile fiziki yapısı ve imkanları elverişli olan camileri de bu sürece katmakta ne sakınca var bilmiyorum!. Topu topu üç-dört grupta tasnif edilebilen bu atıklar için uygun bir toplama merkezi/mekanı ayarlamak herhalde çok zor olmasa gerek. Üstelik cemaatten ileri yaş grubunda olup hala bir fayda sağlamak için içi kıpır kıpır olan insanların da gönüllü desteğiyle pekâlâ güzel işler yapılabilir diye düşünüyorum.
Üstüne üstlük çerçevesi iyi çizilmiş, istismar yollarını kapatan ilkeler koymak suretiyle buradan elde edilecek gelirin de cami giderlerini karşılamaya katkısı olur ve ‘akmasa da damlayan’ bir kaynak sağlanarak cemaatten bu konuda himmet bekleme mecburiyeti azalır. İşe yarıyor olma duygusu bakımından ileri yaştaki insanlarımıza ve emeklilere katacağı motivasyonu düşünmek bile bu konuya ciddi olarak eğilmek için yeterli olsa gerek.
Bir annenin evde biriken kağıt v.s. atıklarını okula veya parka giden çocuğunun eline tutuşturup, ‘evladım, şunları geçerken camiye bırakıver!’ demesi ne getirir ne götürür; Diyanet’in sonuç almak istediği çabalar bağlamında bunu da gözönüne almakta fayda olduğu kanaatindeyim. Camileri hayatın merkezine taşıyacaksak, burayı sadece ibadete tahsis edilmiş mekanlar olarak düşünmek herhalde buna yetmeyecektir.