8 Mart 2016’ı karşılarken, kadınlar savaşa, eşitsizliğe, emek düşmanlığına, hak gasplarına, şiddete ve yoksulluğa karşı direnmeye devam ediyor. Bu günü kutlamak için bir araya geldiklerinde ise toma, şiddet ve plastik mermilerle
karşılanıyorlar. Kadın sokulmak istendiği kalıpların dışında olduğu sürece her türlü şiddete maruz kalabilmeyi kendisi istemiştir iktidarlara göre. Ortaçağdan bu yana kadın olmak ‘cadı’ ilan edilmek için yeter bir önkoşul olarak kabul edildi. Geceleri süpürgelerine binip giden, şeytanın toplantısının baş konuğu, sürekli isyan eden, dinin kurallarına uymayan, klasik normları sevmeyenler olarak anıldı hep kadınlar…
Hem feodalizmin hem kapitalizmin; hem din kurumlarının hem burjuvazinin; kurucusu oldukları halkçı tıbbı ve halk hareketlerini tasfiye etmek istediği kadınlar… Cadı avları ile bedenleri, emekleri, cinsellikleri devletin ve sermayenin denetimine sokulan kadınlar… Suçlama oydu ki cadılar büyücüydü. Yani doğum yardımı yapıyor, gebeliği önlüyor, erkekleri tahrik ediyor, tanrıya küfür ediyor, dini inkâr ediyor, politik kışkırtmalarda bulunuyor, örgütleniyordu. Önceleri erkeksiz, dul ve yaşlı kadınlardı. Kurucusu oldukları halk tıbbının öznesi ve taşıyıcısıydılar. Yalnızca onlar değil 13. ve 17. yüzyıllar arasında otoriteyle uyumsuz olan tüm kadınlar cadı damgası yedi. Öyle ki sonunda bir kadına “cadı” demek için suçlamanın ne olduğu bile önemsizleşmeye başladı. Cadı avları ile kadının bedeni, emeği, cinselliği devletin ve sermayenin kontrolüne geçirilmeye başlandı. Avrupa’da 14. yüzyılda başlayan cadılık davaları, 15. yüzyılda kadınların kışkırttığı halk ayaklanmaları ile birlikte arttı. Yaklaşık iki yüz bin kadının cadılıkla suçlandığı ve neredeyse tamamının öldürüldüğü, hapishanelerde öldüğü veya işkenceler nedeniyle kendilerini öldürdükleri biliniyor. Cadılıkla itham edilenlerin yüzde 85’inin kadın olduğu ifade edilirken geriye kalanların bu kadınların eşleri ve çocukları olduğu söyleniyor. İngilizcesi “witch” olan cadı kelimesinin kökeni “wise”. Yani “bilge”. İlkel toplumlarda toplayıcılık yapan kadın, doğanın bilgisine hakim olmaya başlamış, topladıkları ve bunların bilgisine sahip oldukça şifa verici hale gelmiştir. Özel bostanlar ekmiş, tıbbı geliştirmiş ve sahip olduğu bilgiyi yeni kadın nesillere aktarmaya başlamış ve toplumda büyük bir saygınlık kazanmıştır. 13. yüzyıldan sonra ise bu bilge kadınlar cadı oluverdi. Çünkü onlar insan bedenini, otları, nesneleri kurcalıyordu. Din ise hastalığı günah sonucu Tanrı’nın verdiği bir ceza olarak görüyor ve onun tedavisini aramayı küfür kabul ediyordu. Ruhun, batılın öncelikli olduğu inanç dünyası için bedeni incelemek, onun verdiği tepkileri araştırmaktan daha tehlikeli ne olabilirdi? Hele bu beden yoksulların ve kadınların bedeniyse…
Üstelik cadılar, okuryazar bile değildi. Okumuş erkek doktorlar dururken bu kadınlar da ne oluyordu? Hem o erkek doktorlara statü kazandırmak da gerekiyordu. Krallar da eril tıbbı kurumsallaştırmak istiyor ve tıbbın sadece soylularla ilgilenmesi isteniyordu. Erkek doktorlar bile, 13. yüzyılda günah çıkarmaya rıza göstermeyeni tedavi edemiyor, 14. yüzyılda ruha zarar vermeden tedavi etmeleri şart koşuluyordu. Bu kadınlara da ne oluyordu? Haliyle aristokratlar tarafından cezalandırılmaları şarttı. Cadılar bedenle uğraşıyorlardı. Kilise onların şeytanla sevişip, zevk aldıklarını sonra bu zevki erkeklere de taşıdıklarını söylüyordu. Cadılar, hem sevişiyorlar, hazzı ve arzuyu biliyorlar hem de gebeliği önlüyorlardı. Doğururken acı çekilmesi gerektiğini söyleyen kiliseye rağmen, sancıyı azaltan ilaçlar buluyorlardı. İktidarların döl yatağından ibaret olmasını istediği, yeniden üretim için ihtiyaç duyduğu kadın bedeni, cadıların bilgisi ile erkeklerin değil kadınların denetimindeydi. Kadın bedenine hakim olamayan erkek ise çıldırıyordu bu duruma. İşte cadılık için bir neden daha… 15. yüzyılın sonlarında feodalizmin yıkılması ve kapitalizmin gelişmeye başlaması sınıf mücadelesi tarihi için dönüm notasıydı ancak kadınlar için başka bir anlamı vardı. Para ilişkisini ortaya çıkaran bu yeni durum, üretimin yeniden üretimden koparılması demekti. Halk mülksüzleşiyor, kadınlar bakım emeğine mahkûm ediliyor ve hiç ücret almayan işçiler olarak yoksul halkın içinde daha da yoksul bir sınıfı oluşturmaya başlıyordu. Toprakların özelleşmesi ile ortak alanlar da yok oluyordu. Kadınların doğanın bilgisini birbirleri ile paylaştıkları, sosyal yaşama katıldıkları alanlar yitiriliyordu birer birer. Daha az toprağa sahip olan kadınlar için bu ortak alanlar oldukça önemliydi. Ellerinden alınmıştı… Tarımın ticarileştirilmesiyle verim artmış ancak erişim azalmıştı. Yiyecek isyanlarını başlatanlar da kadınlar oldu. Hatta sadece kadınlar tarafından gerçekleştirilen isyanlar bile vardı. Ve tabii onlar da cadı oluverdi. İşkence gördüler, yakıldılar…
Cadılar, tüm din kurumları için ve burjuvazi için de tehlikeydi. Feodalizm de kapitalizm de kadınların kurucusu olduğu halkçı tıbbı ve halk hareketlerini tasfiye etmek istiyordu. Bunların neden olduğu cadı avına, kadın bedeni ve emeği denetim altına alınarak 17. yüzyılda son verildi güya… Ancak o gün bu gündür şekil değiştirmiş de olsa sürüyor bu cadı avı… Çünkü iş gücü alanında küçümsenen kadının yeri mutfağıydı ve tek bir toplumsal rolü vardı onlara göre; annelik. Dışına çıkanlar cezayı hak etmiştir onlara göre. Meryem Ana günahsız bir anne olarak saygı görürken, gerçek kadınlar bozuk, günahkâr bir doğaya sahip oldukları gerekçesiyle işkence görüp öldürülüyor o gün bu gündür. Kadının toplumdaki kaderi doğayla ortaktı. Kadın, işçi çocuk doğurmalı, doğa ise sonsuz bir kaynak olduğu için sonuna kadar sömürülmeliydi… Ve karar verildi: Başladı cadı avı… Günümüze kadar da farklı şekillerde sürüyor bu cadı avı. Cadı avına son!.. Kadınlar ölüyor diyorum “Tek başına dışarıdaymış” diyor Kadınlar ölüyor diyorum “Nasıl giyinmiş” diyor Kadınlar ölüyor diyorum “Soyu sopu, dini, ırkı neymiş” diyor Yahu ‘Kadın’ diyorum, öldü… Umutları, hayalleri, geleceği öldü… Annesi öldü, babası öldü… İnsanlık öldü… “Eziyet edile edile öldü” diyorum Bakıyor öylece Sürüyor cadı avı Susuyor… Susuyoruz
Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.
Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.
Yayın Kurulu
Kent Akademisi Dergisi
Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management
Ayın Kitabı
Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,
Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.