Fiziksel çevre’ kavrami unlü psikolog ‘freud’ la ağirlik kazanmiş ve psikoloji disiplininin ilgi alanlarindan bir tanesi haline gelmiştir. Bununla beraber, iki ana nedenle psikologlar insan tarafindan yaratilmiş çevre’ye yeterli dikkati vermemişlerdir: bunlardan birincisi insan davranişlari ve ruh halinin daha çok insanin sosyal ilişkilerinin bir fonksiyonu olduğuna olan genel kani, ikincisi ise fiziksel çevrenin çok bileşenli olmasi nedeniyle ölçümlenmesinde ortaya çikan karmaşiklik ve zorluklardir.
Binalar ve bina topluluklarindan oluşan insan yerleşimleri fiziksel çevremizi oluşturan bileşenlerden bir tanesidir. İnsan eylemleri ve davranişlarinin çok büyük bir kismi mimari ve kentsel mekan içinde yer almaktadir. Bu bakimdan insanin fiziksel çevresinin hafife alinmasi yanliş olmaktir. Nitekim, fiziksel çevremiz, diğer bir deyişle odamiz, evimiz, okulumuz, sokağimiz, mahallemiz ve nihayet yaşadiğimiz şehirsel ortam hem fizyolojik ve hemde psikolojik sağliğimiz üzerinde derin ve sürekli etki yapmaktadir.
Fiziksel çevre, özellikle bunun bir alt bileşeni olan mimari ve şehirsel çevrenin insanin ruh dünyasina, zihinsel ve entellektüel hayatina ve bilnetice psikolojik sağlik ve mutluluğuna olan ciddi etkilerinin farkina varilmasi mimar ve plancilarin sorumluluklarini katlamaktadir. Mimarinin psikolojik ve sosyolojik fonksiyonlari vardir ve insanin ruhsal benligi ve duygulari mimar ve şehirciler tarafindan dikkate alinmalidir. Bugün yaşadiğimiz çevre, kentsel mekanlar ve binalarin bu açidan başarisizliği tasarimcilarin ortaya koyduklari mekanlarin orada yaşayacaklarin psikolojik benliklerine, ruh dünyalarina ne şekilde etkileyeceğini anlamakta zorluk çektiğini açikca göstermektedir. Çevrenin bugünkü karmaşik ve kaotik durumuna ilaveten hizla artan ve kutuplaşan istekler, zevkler ve değerlerin ortak paydaya getirilmesindeki güçlükler; ve çevre tasarlayicilarla çevreleri yaşayan ve onlari kullanan insanlar arasindaki mesafenin giderek artmasi bu başarizisliğin sebeblerinden birkaçidir.
Mimarlik ve şehircilik mesleği bu kritik durumu görme ve değerlendirmede geç kalmiştir. Bugün değil tasarimcilarla tasarladiklari insanlar arasinda bir mutabakat olsun, mimarlar, şehirciler, dekoratörler kendi aralarinda dahi anlaşamamaktadirlarki bunun bir neticeside kamu oyunda mimarlik, şehircilik gibi mesleklere güvensizlik ortaminin oluşmasidir.
Ölçek, malzeme, teknoloji, sosyal yapi, kültür değişimleri, iletişim imkanlari mimarlari ve plancilari şarhoş etmiştir. Ölçülebilir, matematiksel kavramlarda mühendislerle işbirliği yaparak çağimiza ayak uydurmaya çalişan tasarimcilar, ölçülemeyen san’atsal, stilistik ve estetik alanda boşlukta, iflas halindedirler. Mimarlik ve çevre tasarimi sürecinin önemli bir bileşeni bahis konusu mekani ve çevreyi kullanan ve yaşayanlarin tercih ve beğenilerinin, değer yargilarinin deşifre edilmesidir. Bunuda başarmak için insanlarin çevrelerini nasil anladiklarini, nasil algiladiklarini, nasil kullandiklarini ve ona nasil tepki gösterdiklerini, içinde yaşadiğimiz veya yaşayacağimiz fiziksel çevrenin bizler için ne gibi somut ve soyut anlamlar taşidiğini, ne gibi sembolik mesajlar içerdiğini anlamamiz gerekmektedir.
50 yil önce insanlarin %20 si büyük şehirlerde yaşarken, bugün bu oran %50 ye yükselmiştir. Son günlerde italya’dan başlayarak öne çikan ‘sakin şehirler’ akimi insanoğlunun büyük şehirlerin ezici baskisina verdikleri doğal tepkinin bir sonucudur.