‘Büyük Devlet’ tabiri, 19. asır tabiridir. Osmanlı bunu ‘Devlet-i Muazzama’ şeklinde kullanmıştır. Aslında Osmanlı Devleti de ‘Büyük Devlet’ti. Ancak, ‘Hasta Adam’ olarak kabul edilen ve parçalanmaya çalışılan bir ‘Büyük Devlet’… Son bin yıllık İlk ve Ortaçağ Tarihi‘nde Türklerin kurduğu devletler, genellikle devrinin en büyük devletleri olmuştur. Geçici bir rüzgâr gibi esip savuran Moğolları ve yıkılma sürecine giren Bizans‘ı ‘Büyük Devlet’ sayamayacağımız gibi, 16. asırda Osmanlı‘nın rakibi gibi gösterilen Habsburgları da ‘Büyük Devlet’ kabul etmek zordur. Ancak bir taraftan kolonyalizmin, diğer taraftan sanayileşmenin verdiği itici güçle, 19. asırda, İngiltere, Fransa, Rusya daha sonra Almanya, Büyük Devletler arasına katıldılar. Sovyetler Birliği‘nin yıkılışından sonra tek Süper Güç kaldı: ABD. Mevcut duruma göre Düvel-i Muazzama‘ya yeni adaylar da bulunuyor: Çin, Hindistan, Brezilya gibi.
Peki bütün fütürologların geleceğin Süper Gücü olarak kabul ettikleri Türkiye‘nin durumu nedir? Türkiye Cumhuriyeti, kurulduktan sonra son on yıla gelinceye kadar hiçbir dönemde ‘Büyük Devlet’ olma iddiasında bulunmamıştır. Atatürk‘ün dış politikası, Hatay başarısı haricinde, mevcudu daha fazla parçalanmadan muhafaza etmek olmuştur. İnönü bu konuda daha da tutucu davranmış; 2. Dünya Savaşı‘nın da tesiriyle Türkiye‘yi iyice kendi kabuğu içine çekmiştir. Rahmetli Menderes‘in ve rahmetli Özal‘ın aktif politika konusundaki gayretleri, ne yazık ki Türkiye‘yi Büyük Devletler arasına sokmaya yeterli olmamıştır. CHP Tek Parti yönetiminde ise Türkiye tamamen bir Ortadoğu ve Balkan ülkesi görünümündedir.
***
AK Parti İktidarı döneminde bizim gibi millî hedefleri, tarihi ve kültürel derinliği olan dış politikanın özlemini çekenler, başlangıçta aradıklarını bulmuşlardır. Türkiye‘nin bundan 11 sene önceki dış politika görünümü, bugünkü görünümüne göre çok daha etkisiz seviyededir. Erdoğan, Gül ve Davutoğlu üçlüsü kısa zamanda Türkiye‘yi küresel bir oyuncu haline getirmiş ve uyguladıkları aktif, dinamik, çok yönlü, çok merkezli dış politikayla Türkiye‘yi yeniden ‘Büyük Devlet’ haline getirebilmek için samimiyetle uğraşmışlardır.
***
Ancak, bütün bu iyi niyetli gayretlere rağmen Türkiye, bir ‘Büyük Devlet’ olamamıştır. Bu tezimizi üç örnek çerçevesinde açıklayabiliriz:
1) 1 Mart Tezkeresi: ABD ile aylarca ‘At Pazarlığı’ yapıp gemilerini Akdeniz‘in ortasında beklettikten sonra Hükûmet‘in gönderdiği tezkerenin TBMM‘de reddedilmesi (daha doğrusu reddedilmiş sayılması), hiçbir şekilde Türkiye‘nin millî menfaatlerine ve bir büyük devlete yakışmayan bir politikadır. Başbakan Erdoğan tezkerenin çıkmasını istediği halde grup kararı almamış ve yanıltılmıştır.
2) Terörle Mücadelede Zaaf: Aslında Başbakan Erdoğan bu konuda çok başarılı olmasına rağmen, çevresi tarafından yanıltılarak üç ay daha beklememiş ve netice alınamayacağı âşikâr olan bir çıkmaz yola sokulmuştur. Hâlbuki bir Büyük Devletin terörist ile pazarlık yapmayacağı bilinen bir gerçektir.
3) Suriye Krizi: Kriz başladıktan sonra iki yıldan beri Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı, bütün iyi niyetleriyle seyirci kalmayacaklarını ifade etmelerine rağmen, muhalif güçlere yapılan bazı desteklemeler dışında, ne yazık ki Türkiye, olaylara seyirci kalmıştır. Hem de müdahalesine açıkça gerekçe teşkil edecek olaylara ve millî güvenlik bakımından çok önemli tehlikelere rağmen… Burnumuzun dibinde, içinde soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın da çoğunluğunu teşkil ettiği 100 binin üzerinde ölü, yüzbinlerce yaralı, sadece Türkiye’de 1 milyona yakın mülteci olmasına ve son olarak da kimyasal silah kullanılmasına rağmen, biz hâlâ Düvel-i Muazzama‘nın ve özellikle de ABD’nin müdahalesini bekliyor ve bu koalisyonun bir parçası olmaya hazırlanıyoruz. Hâlbuki yapılması gereken, Türkiye‘nin Suriye‘ye müdahalesidir. ‘Büyük Devlet’ böyle yapar. Ancak biz hariçten gazel okumaya devam ediyoruz.