Sözün kifayetsiz kaldığı noktadayız. Gerçeğin yakıcı ateşini ifade edecek her söz eksik. Ne söyler isek az. Bu da olur mu, bunu da yaparlar’ mı sorularının işaret ettiği ‘şaşırma’ duyumuzu bir kenara koysak yeridir artık.
Nerden, neden bahsediyoruz. Evet, bunu da yaptılar, bunu da gördük. Hiç bir şeye şaşırmamayı öğretiyorlar bize. Şaşırmayı unutmak insani bir eksilmeye de işaret eder, biliriz ama bizim suçumuz değil. “Bizden her türlü Din adına, Kuran adına her türlü eylemi bekleyebilirsiniz” dedirten ve bu düsturun hakkını veren kahpe düzenin bizlere dayattığı bir zorunluluk mu bu. Şaşırmamak zorundayız!
Şaşırmamak, ‘her şeye hazırız’ halidir. Ama ‘kaderine razı olma’ kaderciliği değildir. Bize öngörülen kadere asla razı olmamak, biraz da buradan geçiyor. Çünkü kadere boyun eğmemek ve kendi kaderimizi belirlemek için her şeye hazır olacağız. Derman yâd ellerde değil, kendi ellerimizde.
İthal yollarla demokrasi gelmiyor, yerli ve yabancı sermaye, demokrasiyi ancak kendi hareket kabiliyetine göre ve kendi özgürlüğü kadar istiyor. İstediği yerde biniyor, istediği yerde iniyor tramvaydan.
Demek ki bu ülkenin sistem sorunu var ve sorunun sistemik bir işleyişi.
Bu ülkedeki her çocuğun, her gencin idealleri var ama yol yok önlerinde. Zaten ucube bir sistemle, gençlerin geleceklerini, birkaç saate sığdırmak üzere kurulu bir sistem yıllardır, giyotin edasıyla tüm çocukların başında sallanıyor. Bu yetmezmiş gibi, bir de üzerine Cumhuriyet tarihinin en berbat sınav skandalı yaşatılıyor. Ah Köy enstitüsü, kapatanlar hep karanlıkta kalsınlar.
Hem fırsat eşitliği yok, hem de bu eşitsizliğin üzerine bir de ayrı bir ayrımcılık, korumacılık, kollayıcılık şifreleri uygulanıyor.
İnsanların gelecekleri bu kadar hoyrat bir anlayışla nasıl mahvedilebilir ki?
Bu hoyratlık hâlâ savunuluyorsa, bu ülkenin insanları kendilerini nasıl güvende hissedecekler?
Sıralayalım:
Kamu kurumlarına güven yok. Adalet kapılarına hiç yok.
Siyasetçiye güven yok. Hukukçuya güven yok.
Medyaya güven yok. Korumacı güçlere güven yok.
Güven ve itibar kaybının nasıl bu kadar net ve derin hale geldiğini artık sorgulamak gerekmiyor mu?
Hapsedilmiş akıllara, gasp edilmiş haklara; cehalete, karanlığa ve ihanete karşı mücadelemizin ibresi, yaşamımız sürecinde hiç şaşmadı. Her ne kadar ülkemizde demokrasi ve özgürlük tedavülde kalkmış olsa da, bizler inadına bu iki evrensel değerin ıslığını çalmaya devam ettik ve edeceğiz.
Bugüne kadar olan bu mücadelede iki ana unsuru vardı. Bu Demokrasi ve Özgürlük mücadelemize veya söylemimize mutlaka Hukukun üstünlüğünü koymak kaçınılmazdır. Çünkü hukuk “Eyvah!” dedi.
Artık geçti Bor’un pazarı sürelim eşeği Niğde’ye demek yok. İsterler ki geçsin pazarı Bor’un; kaybolsun umut. Ama bilmezler ki baş tacı olunca biat ve de itaat, cepler dolmuş kalmamış irfan ve ilim.
Şunun iyi bilinmesi gerekir ki; Haykırmamız boşuna değildir. İyi bakın yüzümüze karanlık kafalar; Çünkü çocuklarımızda ve bizden sonra gelecek nesil tam da bize benzeyecek, aklınızda tutun yüzümüzü.
Bize şaşırmayı unutturanlar hiç sevinmesinler. Şaşırmayacağız ama şaşırtmaya devam edeceğiz. Bu haykırmayı sürdürenler korkmayanlar uyumaya devam edenler ise korkanlar olacaktır.