Lisedeki felsefe öğretmenimiz Ali Rıza Koralp akılı bize şöyle tarif etmişti: “Aletle alet yapmak, bunu sonsuzluğa kadar götürmek, yeni şartlar ve imkânlar karşısında maksada en uygun ve en kısa yoldan ulaşmak kabiliyetidir.” Bu tarifin, felsefedekiyerinin bu olduğunu söylerdi.
Türkçe ve Osmanlı Türkçesi sözlüklerinde akılın karşılığı olarak şunlar söylenmektedir.
1. İnsana özgü olan düşünce, kavrama gücü yetisi,
2. Anlama, fehim, idrâk, zekâ,
3. Düşünce, fikir, tefekkür, mülahaza, kanı, kanaat,
4. Hafıza, bellek,
5. Öğüt ve tavsiye verilen yol-yöntem .
Arapça’da kelime “akl” biçimindedir. Çokluk biçimi “ukûl”dur.
Akıl, yani akl kelimesinden türeyen “âkıl” ad kelimesi; akıllı, uslu, bilinçli anlamına geldiği gibi ergenlik çağına girmiş kişi anlamına da gelir. Bunun çokluk biçimi “âkılân”dır. Yine çokluk biçimlerinden biri de ûkalâ”dır. Bu kelimenin asıl anlamı; akıllılar, akıllı olanlar, bilginlerdir. Ama anlamı terse dönerek; kendini akıllı ve bilgili sanan, bilgiçlik taslayan kimseye dönüşmüştür. Halk arasında böylelerine “çok bilmiş” yaftası yapıştırılır.
Sözlüklerimizde mecaz ad olarak yer almış ve halkımız arasında “ukalâ dümbeleği” diye vasıflandırılanlar olmuştur. Bugün belki bu şekilde kullanılmamakla beraber o kadar çok ukalâ dümbeleği toplumumuzda var ki, insan hayret ediyor. Bir şeyi bilmediği halde bilir görünen, akıllı olduğunu telkin eden, aklı ermediği halde her konuda fikir yürüten, bilir-bilmez her şeye karışan kimselere ukalâ dümbeleği denir. Yine halk arasında böylelerine “zevzek” de denir. Ukalâlık, ukalâ olma durumudur ve akıl satmadır.
Bakınız toplumumuzda son on yıl içinde o kadar çok ukalâ dümbeleği türedi ki, o kadar çok ukalâlıkla karşılaşıyoruz ki akıl dediğimiz o mevhumun izleri silindi gitti. Televizyonlara bakınız, köşe yazılarını okuyunuz; aklın, mantığın, düşüncenin, bilimin hiçbiri sergilenmiyor. Adam belli ki işkembesinden atıyor, yanlışları doğru diye dakikalarca zevzekliyor. Ama toplum dinliyor ve o kadar çok beyin yıkama operasyonu sergileniyor ki, halkımız söylenenleri doğru olarak algılıyor.
Son günlerde bir de “âkıl adamlar” kavramı ortaya atıldı. Ve bir takım isimler ortalıkta dolaşıyor. Leyla Zana, Şivan Perver, Orhan Miroğlu, Yaşar Kemal, Fehmi Koru, Kemal Burkay, Orhan Pamuk, Şerafettin Elçi, Sezen Aksu, Adalet Ağaoğlu, Tarık Ziya Ekinci, Güler Sabancı, Yılmaz Ensarioğlu, İshak Alaton, Emel Kurma, Rober Koptaş, İhsan Dağı, İhsan Aslan, Dengir Mir Mehmet Fırat, Ahmet Türk, Murathan Mungan ve başkaları. İşte topluma dayatılan âkıl adamlar bunlar. Bunlar geçtiğimiz 10 yıl içinde neler söylemediler ki, kaba tabirle neler yumurtlamadılar ve işkembeden atmadılar ki, ama şimdi bunlar âkıl adamlar. Bunlar olsa olsa halkımızın böylelerine yakıştırdığı ukalâlar ve de ukalâlık yapanlardır. Türkiye’de başka adam yok, başka düşünen yok. Bunlar var.
Ben size “kâr-ı âkıl” insanları yani, âkıl adamların kimler olduğunu saysam binlercesini listeleyebilirim. Yukarda adları yazılı olanlar ve topluma körüklenenler bu listede katiyen yer almazlar. Bunlar yan yana gelerek Türkiye’nin sorununu çözecekler öyle mi? Olsa olsa bunlar yandaş medyanın ve gazetelerin yanlış olarak yazdığı gibi “âkil adamlar”dır. Medyamız “âkıl” ile “âkil” kelimesinin farkını bilmedikleri için yazılı basında sürekli “âkil adamlar” tamlamasının kullanıyorlar. Tabiki görsel medyadaki demokrat (!), tarafsız (!), çok bilmiş sunucularımız da “âkil adamlar” terkibini kullanıyorlar. Oysa ki âkil bir sıfat kelimedir ve “yiyen, yiyici” anlamına gelmektedir. Topluma pohpohladıkları adamları, “yiyici-yiyen adamlar” olarak nitelendirmektedirler. Çok bilmiş bir Ahmet Taşgetiren diye bir yazar var. Güya yanlışı düzeltmiş. “Akil adam değil, âkil adam olacak” demiş. Vah, vah vah! O dahi âkıl ile âkil kelimelerinin ne anlamda olduğunu, nasıl yazıldığını bilmiyor. Tekrar ediyorum, doğru yazılışı “âkıl”dır.
Maalesef bizim gibi “âkıl” kişilerin sesi çıkmıyor. Ve de rahat yaşayamıyoruz. 19. yüzyıl Tanzimat Şairi Ziya Paşa’nın bir güzel beytini yazmadan geçemeyeceğim. Bu beyit, yandaş ve yalaka medyanın Türk toplumunda öne ve ileriye geçirdiği ukalâları değil, bizim gibi ülkesever ve gerçek âkıl insanları anlatıyor.
Her âkıle bir derd bu âlemde mukarrer
Rahat yaşamış var mı gürûh-ı ukalâdan