Bulutlar toplu hâldeydi ve hareketleri korkutuyordu. Özellikle çatının üstüne geldiğinde ortam şartlarını gözden geçirmek gerekirdi. Bunun için, koruma amaçlı her yere kara taş duvar örülmesi boşuna değildi. Kara taş duvar karşımıza, ev kenarında, dere vadisinde, bahçe kenarında ve kaşlarda çıkıyordu.
Bu tür amaçlarla yapılan, duvarlardan çok yararlanılırdı. Fakat doğanın kuralları göz ardı edilmemeliydi. Özellikle dere yataklarına yapılan duvarlar, suyu kontrol altına almak, ayrıca yataklara yapılan HES denilen sistemler suyun gücünü enerji amaçlı kullanmaktı. Fakat suya akacak fırsatı vermezseniz, felaketlere davetiye çıkarırsınız. Doğa bu tür kısıtlamaları, kesinlikle affetmezdi.
Yağışların tehlike arz ettiği yörede, evini dere kıyısına ve üç katlı olarak yapmıştı. Yaparken de komşuları müdahale etmişlerdi. Yeni emekli olmuş ve bahçesi üzerine ev yapmak istemişti. Bahçesi dereye iniyordu. Emekli suyun sesini duyacağım diye evi nerdeyse dereye sıfır olarak kurmayı planlamıştı. Komşuları düşüncesine karşı çıkmış, derenin yatağının daraltılmasının iyi sonuçlar vermeyeceğinden bahsetmişlerdi.
Emekli memur, kimsenin sözünü dinlemedi ve evini üç katlı olarak derenin kenarına kurdu. Üç katlı evi görünürde güzeldi. Önüne de kamyonetini çekmişti. Komşularıyla muhatap olmaz, kendi halinde zaman geçirirdi.
Zayıflamak istese de başaramamıştı. Göbeği önde gidiyordu. Bir tek saç teliyle arada uğraşıyordu. İnsanlara sert davranır, güler yüz göstermezdi. Köylüsüne mahallelisine amirlik taslardı. O gün akşam yemeğini dışarda yemiş ve geç vakit eve gelmişti. Evin kalan eksiklerini yapacağım diye kalmış, çocuklarını yazlığa göndermişti. Kapı ve pencereleri kontrol edip yatmıştı. Rüzgârın gürültüsüyle kalktı ve pencereye koştu. Karanlıktan bir şey fark edemedi ama art arda çakan şimşekten korktu. Peşinden gelen gürleme ile yerinden fırlamasına neden oldu. Şimşek ve gürleme korkunç boyutlara ulaşınca evden çıkıp kaçmayı aklına koydu ama geçer diye kendini teskin etti.
Çocuk yaştan itibaren dışarıdaydı. Bölgenin ani fırtınasından ve sel baskınından habersizdi. Bir yıldır, komşuları söylüyor o da kimseyi dinlemiyordu. Komşuları, “Kara gülmez” diyorlardı. Evinin yapımında da şehirden getirdiği ustaları kullanmıştı. Böylece çevresine; sizlerle uyum sağlamam mesajını verdiği için, komşuları da onunla diyaloğa girmemeye başladı.
Memurun misafiri gelmez, tanıdığı olmaz ve tanıyan selam vermez durumundaydı. Yalnız telefonu kulağından aşağı inmezdi. Devlet memurluğunun verdiği rehaveti emekli hayatında da sürdürmek istiyordu. Arıyordu ki herkes peşimden gelsin.
Arada dağlara çıktığı oluyordu. Dağ yollarının yapımına yardım edeceğim. Memleketimizde patika yollar kalmasın diyordu.
Bir gün değirmene gitmiş, mısır öğütmek istemişti. Sıra bekleyemediği için, mısır torbasını bırakıp gelmişti. Derenin kenarlarına taşlar dizer ve suyu belirli bir kanala verirdi. Halbuki yağmurda sel yatağında hiçbir şey bırakmazdı.
Emekli memur, çevresiyle uyumu düşünmüyordu. Telefonu onun arkadaşıydı. Komşuları telefonunu kaybetse ne yapar diyorlardı. Bazen telefonuyla kavga eder, sesi derenin sesine karışırdı. Arada arkadaşlarına evini dereyi ve vadiyi anlatır. Doğa güzelliğini dostlarıyla paylaşırdı. Tatile bekliyorum derdi.
Emekli olarak imtiyazlı olduğunu sanırdı. Büyük şehirde okuttuğu çocukları mezun olurlarsa, iş için büyük şehirde kalırlar. Buraya belki tatilde gelirler. Böyle düşündüğünde evi yaptırdığına pişman oluyordu. Satar giderim dediği de oluyordu. Fakat “Baba ocağı” aklına geldikçe çocuklara arada giderim, bazen de onlar gelir derdi.
Şehirden köye dönmesi, anlayışına ters düşmüş, adeta ters yüz olmuştu. Zaten uyumsuz olan kişiliği çekilmez hâle gelmişti. Onun için onunla bir gün beraber olan, bir daha uğramaz ve uzaklaşırdı. Kahveye gitse arardı ki, herkes farkında olsa. Bakkal ona göre davransa.
Evde de canı sıkılıyordu. Elinden bir şey gelmezdi. Okuduk, bir işe el atmadık. Her şeyi hazır bulduk. Şimdi karşılığı acı olarak çıkıyor, diyordu. Baba ocağı dediğine pişman oluyordu. Bu gidişle evi yazlık olarak kullanır, zamanı geldiğinde, bırakıp şehre giderdi.
Emekli yaptığı harcamaları yüksek bulur ve canı sıkılırdı. Bu kadar büyük olmasına gerek yoktu diyordu. Telefonu susmuyordu. Telefonunu kapattığında sırt üstü uzanır dalıp giderdi.
Ayağını bir defa suya sokmamıştı. Balık avlayan çocukları gürültü yapıyorsunuz diye kovmaya kalkıyordu. Yaşam nedir bilmez, belki de zevk almazdı. Kahvede garsonun kardeşine işlerini gördürür, parasını verirdi. Garsonun kardeşi de kavrulmuş yaprak gibi pörsümüş, buruşuk bir surat kalmıştı. Emekli pencereyi kapattı. Aşağı indi, odaları ve dış kapıyı kontrol etti. Üst kata çıktı.
Büyük bir gürültüyle ev sarsıldı. Korku onu hayallerinden kopardı. Bina yan yattı gibi oldu. Hemen pencereye baktı. Pencere açılmıştı. Kapı geriye yatmıştı. Suyun sesi kulak tırmalıyordu. Elbisesini giyinmek istedi. Binanın sallanmasından, giyinemedi. Telefonun giderken ayağı kaydı ve düştü. Kolu ve bacağı ağırdı. Bir türlü telefonunu bulamadı. Elektrikler kesikti. Telefonu masanın üstünden düşmüştü. Duvardaki asılı tablolar düştü ve kırıldı.
Ev ikinci bir gürleme ile ev sarsıldı ve acı bir çadırdı ile yan yattı. Yan yattıktan sonra biraz sürüklendi. Emekli kendini kaybetti ve pencereden sürüklenip suya karıştı. Ev en az yüz metre aşağı bırakıldı. Tamamen çamura gömüldü ve taşlar arasında kaldı.
Sabah açık bir hava ve gece hiçbir olay olmamış gibi. Komşular olay yerine geliyorlar ki, emeklinin evi kaybolmuştu. Baba arazisi dereye iniyordu ama emeklinin evinin yerinde yeller esiyordu.
Komşuları, “Emekli suyu takip etmek için, herhâlde denize eviyle gitmiş,” diyorlardı.