Otobüs durağında dakikalardır bekliyordum. Saat 14.00’te buluşacaktık. Bir aksilik çıkıp da geç kalmayayım diye her zamanki gibi erkenden durağa gelmiştim. Otobüsler gelip geçiyordu ama umurumda bile değildi; benim gözüm yollarda idi. Çocukluk arkadaşımı hatta çocukluk aşkımı bir sosyal paylaşım sitesinden bulmuştum. Ne çok sevinmiştim. Hemen arkadaşlık isteği yollamıştım. O, birkaç gün sonra arkadaşlık teklifimi kabul etmişti ama ben her gün sabah akşam ne oldu, isteğimi gördü mü görmedi mi, arkadaşlığımı kabul etti mi etmedi mi diye dokuz doğurmuştum. Arkadaşlık teklifimi kabul ettiğinde ise dünyalar benim olmuştu.
Sosyal paylaşım sitesindeki sayfasını inceden inceye incelemiştim. Paylaşımlarını beğenenleri göz hapsinde tutuyordum. Yorum yapanlar ise gözümde zanlı konumundaydılar. Arkadaşımı elimden kimse alamazdı bu saatten sonra… Sayfasını didik didik ettim. Medeni durumuna özellikle baktım. Boş bırakmış çoğu yerleri… Sadece 2000 yılında Hacettepe Sınıf Öğretmenliğinden mezun olduğu yazıyordu. Akraba filan da belirtmemişti.
Bugün onunla buluşacaktık. Onca yıldan sonra karşılaşmak nasıl olacaktı acaba? Geçen zaman pek de cömert davranmamıştı bana… Yıllarca kariyer yapacağım diye her türlü eğlenceden yoksun yaşamıştım. Ot gibi yaşamak diyorlar buna şimdiki gençler… Yaşlı değildim, asla kabul etmiyorum. Otuz beş yaş yolun yarısıdır. Öyle dememiş miydi Cahit Sıtkı Tarancı? Gerçi öyle demiş demesine de kendi için geçerli olmamış bu dizeleri. 46 yaşında hayata gözlerini yummuş. Laf aramızda ben de otuz beşi çoktan geçtim. Geçen senenin ilkbaharında 37 yaşımdan gün aldım. Ya Tarancı gibi 46 yaşında ölürsem… Vah yaşanmadan geçen ömrüm… Mezar taşıma “Açılmadan iade!” yazdıracaklarını söylüyorlar ablamın kızları Hale ve Lale…
Neyse… Bunları bir kenara bırakalım. Çocukluk aşkım ne ile gelecekti acaba? Özel otomobiliyle mi yoksa taksi mi tutacaktı buraya kadar? Beni gördüğünde acaba neler hissedecekti? Benim gibi heyecanlı mıydı o da? Buluşmak için sözleştiğimiz günden beri gözlerim uykuya hasret kalmıştı. Az sonar arkadaşım göründü. Yıllar teğet geçmişti anlaşılan… Eskisinden de yakışıklıydı. Giyim kuşam da onu değiştirmişti. Tarz bir adam olmuştu. Fotoğraflardaki görüntüsünden bin kat daha iyiydi. Demek fotojenik değilmiş.
Durağa yaklaştı, ben bir adım öne çıkacaktım ama sonra vaz geçtim. Arkadaşım sağa sola bakındı. Sanırım benim eski halimi arıyordu gözleri… Sosyal paylaşım sitesinde kendi fotoğraflarımı paylaşmıyordum. Genelde çiçek, kelebek, çocuk, manzara resimleri tercihimdi. Beni tanımaması canımı sıktı. Çok kilo almıştım. Rejim yapmadığıma öyle pişman oldum ki… Ya da keşke kendi fotoğraflarımdan bir iki tane paylaşsaydım ya internetteki sayfamda…
Bir süre sabırsızlıkla bekledi, bir ileri bir geri yürüdü. Bana boş gözlerle bakıyordu. Bense gözlerinin içine bakıyordum. “Siz, yoksa Ayla’nın ablası mısınız? Çok benziyorsunuz.” dedi. Bozulmuştum. “Evet, ablasıyım. Ayla’nın işi çıktı son anda… Özür diledi.” dedim. Bütün hayallerim yıkılmıştı. Geçmişe saplanıp kalmakla bir hayale âşık olmakla hata ettiğimi anlamıştım. “İyi günler…” dedim. Başım önde uzaklaştım. Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. Hoşça kal çocukluğumun aşkı!” diye fısıldadım. Heyecanla adeta uçarcasına geldiğim yoldan adeta yolu görmeden geçiyordum.