Bir kez daha ortalık toz duman…
Bir kez daha her taraf sis bulutu içerisinde…
Bakalım ne zaman dağılacak?
Malum, Ergenekon davası ile ilgili olarak gözaltına son alınanların kimliğine baktığımızda, her türlü yorumla birlikte “Hadi canım sende!..” demeyen yok gibi adeta.
Ümraniye’de bir evin çatısında bulunan Ordu’ya ait el bombaları ile başlayan süreç, bir kuvvet komutanının gözaltına alınmasına kadar uzandı.
Daha sırada gözaltına alınacak çok ünlü isimlerin de bulunduğu yine yapılan iddialar arasında.
AKP’nin ikinci adamı olan Dengir Mir Mehmet Fırat, Atatürk devrimlerinin, Türk toplumu üzerinde travma yarattığını öne sürerken, acaba şu an yaşanılanları nasıl bir değerlendirmeyle açıklayacak. Eğer bunun adı gerçek bir travma değilse, nedir?
Herhalde, bunun da cevabını mutlaka kendisi verecektir. Tabii verebilecek bir cevabı varsa!..
Neye üzülüyorum biliyor musunuz?
Şu ülkede herhalde birkaç nesil daha, ne demokrasinin üstünlüğü, ne de hukukun üstünlüğü gerçek anlamda tesis edilemeyecek!..
Hiç kimse kusura bakmasın. İster siyaset adamı olsun, ister hukuk adamı olsun, ister devlet adamı olsun… Ne yazık ki, devekuşunun tarifi gibi, demokrasiyi de, hukuku da kendimize göre tarif etmekten bir adım öteye gidemiyoruz.
Her ne kadar demokrasi ile hukukun üstünlüğü insan özgürlüğünün ve bağımsız yönetimin olmazsa olmaz şartları arasında ilk planda gelse de, tam demokratik toplumlarda, zaten devamında hukukun üstünlüğü de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Zaten, demokratik olmayan toplumlarda, hukukun bırakın üstünlüğünden, adından dahi bahsetmek mümkün müdür?
Ya da tam tersini düşünün, hukukun üstün olduğu toplumlar doğal olarak da demokrasiyi herşeyi ile özümsemişlerdir.
Ancak, biz her ikisini de ne özümseyebildik, ne de kabullenebildik. Sırf bu nedenle de, her ikisinin de eksikliğini sonuna kadar da yaşıyoruz.
Bakmayın siz öyle, isteyen istediği gibi düşünüyor, düşüncesini de ifade ediyor denilmesine… Bu hamaset edebiyatından da başka bir işe yaramıyor.
Bir de öylesine garip bir ülkeyiz ki, bugün savunduğumuz bir düşünceyi, ertesi gün inkar etmek gibi bir özelliğimiz var.
Biliyoruz ki, Anayasa Mahkemesi’nde bir kapatma davası görülüyor.
Görüş olarak, demokratik bir ülkede parti kapatmaya karşıyım. Böyle bir cezayı, suç işleyenlerden çok, o partiye oy verenlerin cezalandırılması olarak görüyorum. Ayrıca, kapatılması düşünülen partide de, suç işlemeyen çok daha fazla kişi var ki, onların da aynı kefeye konulmasını, Anayasa’daki herkesin kanun karşısında eşit olduğu ilkesine de aykırı olduğunu düşünüyorum.
Ancak, başta Dengir Mir Mehmet Fırat olmak üzere, Anayasa Mahkemesi’nde görülmekte olan dava ile ilgili AKP’lilerin Mahkeme üyelerini kıyasıya eleştirmelerinin hafızalardaki tazeliği daha kaybolmadan, şimdi Mahkemelerin bağımsızlığından bahsetmeleri çok manidar doğrusu…
Öte yandan, CHP ise Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatmasını demokrasiye aykırı olduğu görüşünü öne sürerken, içten içe de kapatılması için adeta bir kampanya yürütüyordu.
Biliyordu ki, normal seçim şartlarında iktidara gelmesi mümkün değildi ve bunun için de AKP’nin kapanması şart olmuştu. Bunu destekleyecek söylemler de birbirini kovaladı. Çeşitli platformlarda karşı çıkar görüntüsü altında kapatılmasına yönelik söylemler geliştirildi.
Yalnız, herkesin sanki unuttuğu bir durum vardı ki, o da burası Türkiye’ydi!.. Bırakın hergün gündemin değişmesini, öyle anlar oluyordu ki, saat başı değiştiğine şahit oluyorduk.
Bir kez daha aynısı oldu.
Bu kez roller yine değişti. Ergenekon soruşturmasında peşpeşe gözaltına alınanlar, terör örgütü olarak nitelendirilirken, içlerinde toplumun son derece saygın isimleri olması dahi dikkate alınmadı. Generallerden, gazetecilere, işadamlarından bilim adamlarına ve eski milletvekillerine kadar çeşitli suç isnatları birbirini kovalamaya başladı.
Bunların bir araya gelerek terör örgütü kurdukları, sivil bir darbe yapacakları, televizyon ekranlarını, gazete sütunlarını, internet sayfalarını doldurmaya başladı.
Anlayamadığım bir şey de, silahsız bir darbenin nasıl olacağıydı?
Geçmişe baktığımızda yapılan tüm darbelerin silahlı kuvvetlerden geldiği ve adı üstünde olduğu gibi bu kuvvetlerin elinde silah olarak her türlü gücün bulunduğudur.
Silahsız bir gücün nasıl bir darbe yapacağı ise merak konusu!.. Acaba darbeye karşı çıkanları, sapanla, taşla, sopa ile mi korkutmayı düşünüyorlardır? Darbeci iddiasında bulunanlar, böyle mi görüyor darbeyi?
Eh, tabii bu arada gözaltına alınanlara karşı görüşü sorulduğunda Dengir Mir Mehmet Fırat, bir süre önce yaptığı değerlendirmelere son derece ters düşecek bir açıklamada bulundu. Yargı bağımsızdır dedi.
Belli ki, resmen dalga geçti!.. Hem medya ile hem de halk ile… Öyle ya, yargı bağımsızsa, sen en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’ni kıyasıya eleştirirken, bunu düşünmedin mi?
Hem de bir hukukçu olarak!..
Yok eğer, yargı bağımsızlığına inanıyorsan, karışılmaması gerektiğini savunuyorsan, Anayasa Mahkemesi’ne yönelik söylemlerin ne anlama geliyor?
Dedik ya, işte burası Türkiye diye…
Sonra CHP!..
Onlar da altta kalır mı? Kapatma davasında yargı bağımsızlığını savunanlar, bu kez gözaltına alınanlara yönelik yaptıkları değerlendirmede, yargının siyasallaştığını ve gözaltına alma kararının da tamamen siyasal nedenlerden olduğunu savunuyor…
Aman Allah’ım. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?
Herkes işine geldiği gibi yargı ile oynuyor…
Aslında, bana göre burada en büyük suç, yine bizzat yargının kendisinde…
Kanunlar açık değil mi? Neden ilgili maddeler uygulanmaz da, herkesin böylesine yargı ile dalga geçer gibi değerlendirmede bulunmasına izin verirler? Sonra da, yargının saygınlığı beklenebilir mi?
Gerçekten bu ülkede hukukun üstünlüğü varsa, -ki inandığımı söyleyemem- bir yıldır gözaltında tutulanlar, daha ne için tutulduklarını bile bilmiyorlar.
Hani insan hakları, hani AB kriterleri, hani yargının bağımsızlığı, hani hukukun üstünlüğü?
Yok gerçekten gözaltına alınanlar, arananlar darbeci ise bu da resmen demokrasiye indirilen en ağır darbedir ve yine bana göre en ağır şekilde cezalandırılmaları gerekir…
Peki, ya mahkeme sonunda suçsuz bulunup, serbest bırakılınca, yaşanılan böylesine ağır bir travmanın suçlusu kim olacak?
Bunun bedelini kim ödeyecek?
Bu ülke, böylesine ağır bir bunalımın içerisine böylesine kolay bir şekilde itilir mi? İtenler, bunun sonuçlarını en ince detayına kadar düşündüler mi?
Haa, bir de dünkü iddialar arasında Turhan Çömez’in Ergenekon’un köstebeği olduğu öne sürüldü ki, böylesine adice, böylesine rezilce bir şey olamaz diye düşünüyorum.
Gerçekten bu ülkeyi sevmenin bedeli bu olmamalı. Bir insana böylesine ağır çamurlar atılmamalı.
Hepimiz biliyoruz ki, Turhan Çömez’in samimi olarak görüşmediği hiçbir kesim adeta yok. Askeri ile de, sokaktaki vatandaş ile de aynı samimi ortamda ve havada görüşür, konuşur.
Onun bu samimiyeti, kendisinin köstebek olduğunu mu gösterir acaba?
Haksızlıklara, usulsüzlüklere, suiistimallere, yolsuzluklara karşı çıkmanın bedeli bu olmasa gerek.
Evet, ulusalcı kimliği ile tanınan bir kişiye, muhalefet ediyor diye, bu şekilde bir çamur atmak olsa olsa sadece bizim ülkemizde görülen bir durumdur. Yazık ki ne yazık…
Bir anlamda insanları zorla Ergenekoncu yapıp, neredeyse ülkenin yarısını içeriye alacaklar. Eee daha sonra ne olacak?
Dedik ya, burası Türkiye!.. İşte ispatı…