Bugünkü gazetelerde yer alan şu haber bilmem dikkatinizi çekti mi:‘Bursa Devlet Hastanesi’nde çalışan Caner Elitok isimli bir doktor, görevi başında ilaç karıştırdığı serumu kendisine enjekte ederek hayatına son verdi. Cana yakın kişiliği sebebiyle çalışma arkadaşları tarafından sevilen Caner Elitok’un ölümü hastane çalışanlarını üzüntüye boğarken, savcılık olayla ilgili soruşturma başlattı.’ Elbette intihar kişisel bir olay, ama doktorların ciddi baskılar altında olduğu da bir gerçek.Doktorların çoğu zor durumda. Moralleri bozuk… çok çalışmak zorundalar… nöbet tutuyorlar… uykusuz kalıyorlar… Ama ne bakanı, ne müsteşarı, ne dekanı, ne başhekimi… ne hastaları, ne hasta yakınlarını bir türlü memnun edemiyorlar.
Aldıkları maaş, nöbet parası, performans… yetersiz. Kredi kartının limitleri çoktan aşılmış…Ek iş yapsalar da ay başını zor getiriyorlar.
Kendileri de aileleri de, çocukları da mutsuz…. pek çoğu ‘tükenmişlik sendromu’ dan muzdarip… ‘Doktorum ama tedavi görüyorum’ modundalar. Mühim bir kısmı ancak anti-depresanlarla ayakta durabiliyor.
Hastalar da doktorlarından farksız. Onlar da memnun değiller hayatlarından.
Hapşırdığı için beyin MR’ ı çekilmesine rağmen, gelip geçen kalp çarpıntısı için her ihtimale karşı ‘anjio’ yapılmış olmasına rağmen… mutsuzlar. SSK’lı veya Bağ-Kur’ lu iken kapısının önünden bile geçemedikleri üniversite kliniklerinde özel servislerde yatmalarına, özel hastanelerde by-pass olmalarına rağmen mutsuzlar.
Sağlık ocağında bedava muayene olup istedikleri her türlü tahlili yaptırıp her seferinde bir torba ilaçla eve döndükleri hâlde… İlaç almak için kuyrukta saatlerce beklemedikleri hâlde… mutsuzlar.
İki taraf da mutsuzları oynuyor
Doktor tarafında da hasta tarafında da bir karış surat, çatık kaşlar…afra-tafra… döver gibi, azarlar gibi, haşlar gibi konuşmalar… sinir geren sorular… asap bozan cevaplar, hatta ‘çemkirmeler’.
Nerede o hastasının gözlerinin içine bakan….moral veren… hastasının
elini tutan… hastasının saçlarını veya yanağını okşayan… gözlüklü, ak saçlı, sevecen doktorlar ? Nerede o gülümseyen, hastanın içini ısıtan babacan tavırlar?
Ve de nerede o doktorunu daha uzaktan gördüğünde ceketinin düğmelerini ilikleyip ayağa kalkan… yürekten saygı duyan hastalar ? Nerede çift sarılı yumurtaları, yoğurdun, sütün…kaymaklısını… doktorunun oğluna ayıran, kovanın en güzel balını doktoru için saklayan… yemeyip yediren, içmeyip içiren fedakâr hastalar, neredeler ?
Meslektaşım Prof. Dr. Levent Doğancı Medimagazin isimli dergideki yazısında ne güzel anlatmış olanı biteni:
‘’Bundan on yıl önce bir yakınının ölüm haberini verdiğimizde bize yine de şükranlarını sunan, elimizden geleni yaptığımız için bizlere müteşekkir olan ve üzüntüsünü bize yansıtmaktan utanır bir halde ölüm acısını bile içine gömebilen halk, değişik bir formata sokulmuş maalesef. Yürümeyen, aksayan veya sistem nedeniyle çalışmayan her şeyin sorumluluğu hekimin sırtına yüklenmiş bir halde. Politik kararların uygulanabilirliği olmadan yürürlüğe konulmasıyla oluşan kaosların da sorumluluğu hekimin üstüne yığılıyor. Ve hekim bunalıyor; mesleğinden soğuyor, işinden bir zevk duymuyor ve büyük bir tatminsizlik içinde ruhsal yıkıma doğru yol alıyor “tam yol”.
Derdime bir çare
Sanki doktorlar ve hastalar iki ayrı cephenin elemanları olmuşlar, aralarında sanki ‘düşük yoğunlukta sürekli soğuk bir savaş’ var; hatta zaman zaman resmen ‘sıcak çatışmalar’ bile oluyor. Yumruklar… tekmeler konuşuyor bazen. Bıçaklar, sustalılar çekiliyor… Tabancalara kurşun sürülüyor.
Peki, ama kimdir sorumlusu bu mutsuzluğun ? Nedir sebebi bu çekişmenin ? Pozitivist ve materyalist tıp mı, eğitim eksikliği mi, doktor azlığı mı, teknolojik yetersizlik mi, teknolojinin doktorun yerini alması mı, ilaç ve tıbbi alet endüstrisi mi, iş yoğunluğu mu, yorgunluk mu, alt yapı problemleri mi, kanunlar mı, yönetmelikler mi, bürokrasi mi, sistem mi, iç ve dış mihraklar mı?
Netice şu ki bu mutsuzluk beni korkutuyor. Behemehal sebepleri… sorumluları ve çareleri bulunmalı bu meselenin daha da büyümeden.