Dostlarım, birkaç gün önce Bay Kuzu, Kılıçdaroğlunun fotoğrafını FETÖ ile yanyana montajlayıp yayınlamıştı. Fotoğrafın gerçekte Tayyip’in olduğu ortaya çıktı. Özür yerine, “hep onlar mı yapacak” diyerek yüzsüzce bir itirafla siyaseti de, hukuku da sahip olduğu “prof” sıfatını da birkez daha kirletti (devamı 2. bölümde ayrıca irdelenecek).
İşte bu kuzu için tam 3 yıl önce yine yediği benzer bir “nane(!)” için bir yazı kaleme almıştım. O yazımı yeniden paylaşıyorum. Bugünün kuzusu 3 yıldan buyana ne mesafe almış görün lütfen. Çok değil 3-5 dakikanızı alır!… Güncellik de taşıyan bu yazıyı paylaşalım ki, daha çok kişi ibret(!) alsın KUZU’luktan.
*
Not: Önce haberi verelim… Diyeceklerimizi, haberin arkasından diyelim…
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Profff.Burhan Kuzu, 17 Ağustos depreminin 15. yıl dönümü nedeniyle Twitter adresinden bir tweet attı. Ancak Kuzu, mesajında 17 Aralık ifadesini kullanınca sosyal medyada çok konuşuldu. Bunun üzerine Kuzu “Bazı kazmalar en ufacık bir teknik hatayı eleştiriyor. Ama aynı kazmalar İstiklal Marşı’nı bilmeyen Cumhurbaşkanı Adayı Ekmeleddin’e oy veriyor” dedi. GAZETELER 18 Ağustos 2014.
************
Ne mi var bunda!!!???..
Çok şey var…
İçgüdüsel hazımsızlık dürtülerinin korkuya dönüşmüş, kendiliğinden ortaya dökülüveren ibretlik tezahürü var…
En küçük açmazda bile, kendi hatalarını kin ve nefret dolu manevralarla karşısındakilere yansıtmayı siyasi beceri gibi göstermenin ibretlik gayreti var…
Siyasetin her fırsatta; el, dil, söylem ve eylem ile, kirletilişinin gözler önüne sergilenişinin ibretlik örneği var!… Unvanları ne olursa olsun; kişilerin kendi kendilerini siyasetin bencillik çukuruna nasıl çektiklerine dair çok ama çok şey var!…!…
Adı kuzu kalmış. Ama çoktan koyun olmuş da biada el-pençe divan durur olmuş!…
Herkesi; bunun farkında değil sanıyor!.. Sahibinin palasını yalamak ve yalatmak adına, mezbahaya sürüklediği milyonlara sözde hukuksal mihmandarlık yapıyor.
Etinden-sütünden, derisinden-tüyünden, dilinden-söyleminden -kılından yararlanmak adına kendisine lutfedilen konumuna, kendi bilgi beceri ve liyakatı ile ulaştığını sanıyor. Kendisine olmadık payeler ve değerler yükleyip, her fırsatta saldırmaya hazır zemin arıyor, zaman kolluyor.
Kendi ifadesiyle, yapılan teknik bir hata olsa bile, kendi hatası üzerinden milyonları Kazmalık’la suçlamak sağlıklı bir ruh halinin yansıması olmasa gere!….
Bu tür saldırıları ciddiye almamak, işin doğrusu belki… Ninem derdi ki;
“Ciddiye alır da adam yerine koyarsan böylesini; O da kalkar, adam sayar kendisini!…”
Ne var ki; söylemlerinden hareketle; büyüdükçe küçüldüklerinin, yükseldikçe alçaldıklarının farkında olmadıklarını gördükçe; insanlık adına susmayı da üzerine düşüremiyor insan… Taşınmakta olan sıfata üzülüyor insan!… Ve, siyasette meydanların kimlere bırakılmışlığına kahroluyor insan!..
Bir hukuk adamı- devlet adamı(!?)-bilim damı… Sıfatının yüklediği gereklilik doğrultusunda sergileyemediği davranışı; sırf onun kendi aymazlığına sayıp suskun kalmakla bitmiyor iş. Kendisi gibi davranmayanları kazma’lık sıfatıyla suçlamasının cevapsız bırakılması aymazlığın bir başka boyutu değil mi!?…
İşte beni cevaba zorlayan gerekçe bu!.. Suskun kalmak, her zaman gereken cevabı vermiş olmak anlamına gelmiyor!.. İşte o zaman, her söylediklerinin doğruluğuna inanmaktan aldıkları cesaretle daha da keskinleşiyor kinleri, saldırganlaşıyor dilleri.
Kazmalığı kim ihaleye çıkarmışsa onda kalsın o sıfat!..
Aymazlıklarını- kurnazlıklarına katık edip bir fazilet gibi taşımayı hüner sananlara verilmeyen her cevap, yumruk gibi düğümlenmekte boğazımıza..
Davranışlar sahip olunan sıfatlarla bağdaşmaz noktaya ulaşmışsa, izan tartmaktan, surat utanmaktan, vicdan ahlaktan dil; dil olmaktan çoktan çıkmıştır. Siyasetin adabı şirazeden çıkmışsa ne kalmıştır geriye!.. Bu ülkede siyaset, hele ki TBMM Anayasa Kom. Başkanlığı “prof” sıfatlı, aptallaştıramadıklarını, kazmalıkla suçlayan sahip palası yalayıcılarına kalmışsa vay halimize!… Vay bu ülkenin adaletine!… .
Ben öğretmenim… Hep adabı, izanı, ahlakı öğrete öğrete geldim!… Her kim; sıfatına yakışmayan davranış içine girmişse, onlara da söylemem gerekenler var demektir benim…
Dili, sıfatının gereğini yansıtamayacak kadar aciz konuma düşmüşse birisi; ha koyun olmuş, ha kuzu kalmış; ha o makamda bulunmuş ha bu makama yükselip yeni sıfatlar kapmış… ne fark eder ki!.. Dil ile makam uyuşmadıkça ne dili dildir; ne erdemi erdem, ne de; ne de söylemi söylemdir o makam ve sıfat sahibinin.
Eğitim!… ah!… eğitim!… salt sıfat kazandırma eğitimi değil, eğitirken izan ve vicdan katan eğitim!…
“Adam etme!” eğitimi de bu noktada girmeli devreye… Okumuşlukla kazanılan sıfat, erdemle bütünleşmedikçe, bu nice sıfat kazanmaktır!?.. Bunları söylemekten geri durur susarsam haram olur bu meslekten yediklerim.
*
Sözlerine bir şey daha eklerdi ninem:
“Kuyruk, iki sinek kovacağım diye sağa sola savrulurken, kapatmakla görevli olduğu deliğin açıkta kaldığının farkında olmaz!.” derdi.
*
İnsan, eylemlerinin ve söylemlerinin farkında olandır… At sineği gibi yapışıp kalmış sıfat, adamı adam saydırmaz!…
*
Bir yerlerden bir öykü, bir mesel (söylence) hatırlıyorum. Galiba bir Hindistan meseli idi, öyle kalmış aklımda…
Ama, meselin adının “Bin Aynalı Tapınak” olduğunu hatırlıyorum.
Bir gün bir köpek, o görkemli Bin Aynalı Tapınak’ta bulur kendini… Şöyle bir bakınınca etrafına, binlerce benzerini görür çevresinde… Ürker… Gardını alır, kuyruğunu diker, havlar ve bir hamle yapar en yakınındakine…
Binlercesi ayni anda yanıt verir hamlesine… Kısar kuyruğunu hırlar, kin ve nefretle gösterir dişlerini..
Nefretle bakan binlerce göz ve onbinlerce ısılmış diş bulur karşısında… Korkar… Her hamlesine gösterilen tıpa tıp benzer eylemlerle katlanır korkusu… Kıstırır kuyruğunu bacaklarının arasına ve uzaklaşır oradan.
Uzaklaşmaya uzaklaşır da, bir şey kalır aklında o günden sonra. Çevresinin hep kendisine düşman kesilmiş hemcinsleri ile sarılmış olduğu korkusudur bu..
*
O gün bu gündür taşıdığı ezikliğin içgüdüsel korkusuyla hep tetikle bekler(miş) saldırmaya…
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci- DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
Tarih 29 Ağust. 2014
*
YAZININ 2. BÖLÜMÜ GELECEK…