Büyük bir sınavdan geçen medyamız…
“Kral çıplak” diyeceğine, kraldan fazla kralcı davrananlar…
“Saman altından su yürütenler”…
Cazgırlar… Cukka için yutkunanlar…
Ve de iktidar bağımlılığı, ya da korkusu.
Evet artık adını siz koyun.
Proğram yapımcısı kim olursa olsun, davet edilen yandaş, yağlak, çanakçı konuklardan tutun, davet edilen siyasilere kadar hemen herkes, sanki karşısında oturan, özellikle CHP siyasi görüş mensuplarına hakaret etme, CHP’yi dışlama, Türkiye Cumhuriyeti Kurucu Lideri Büyük ATATÜRK’ü unutma, unutturma, hatta ona da zaman zaman hakaret etme üzerine kurgulanmış konu mankenleri…
Siz kimsiniz?
Nesiniz?
Kumanda odanız neresi?
Ben Süleyman DEMİREL’i izlerdim, Bülent ECEVİT’i, Erdal İNÖNÜ’yü, Hüsamettin CİNDORUK’u, İsmail CEM’i, Necmettin ERBAKAN’ı, Alpaslan TÜRKEŞ’i, Turgut ÖZAL’ı, Mesut YILMAZ’ı, Tansu ÇİLLER’i, Rahşan ECEVİT’i, Necdet SEZER’i, Abdullah GÜL’ü, Devlet BAHÇELİ’yi, ilk döneminde de Recep Tayyip ERDOĞAN’ı izledim. Gazeteci & haberci de olduğum için hepsini de iyi tanıdığımı söyleyebilirim.. Üzülerek söylüyorum ki; hiç biri, bu kadar medyayı, basını kendilerine bağlamamışlar, baskı uygulamamışlar, medya – basın sahipleri de bu derece yalakalık yapmamış, yağdanlık olmamışlardı! Darbeci Kenan EVREN bile basına bu derece baskı uygulamamıştı…
Bunlardan sadece Recep Tayyip ERDOĞAN ilk döneminden çok farklı bir politika sergiledi. Hatta bu farklılığı, zaman zaman sol cenahta da takdir toplardı! Gün geçtikçe değişti, Özellikle de Abdullah GÜL’ün görev süresinin bitimini adeta sabırsızlıkla bekledi ve tek adam rolünü üstlendi! Cumhurbaşkanı olduktan sonra da “ben farklı bir Cumhurbaşkanlığı yapacağım” demiş ve yasama – yürütmeyi üzerine almış, yargıya da müdahale etmişti.
Tabii ki ilgili dönemin siyasileri bazı basın organları ve medya sahipleriyle içli dışlı olanlar oldu amma, onlar da bugünkü seviyede asla olmadılar. Basın toplantılarında basın ayırımı yapılmaz, herkesin sorusuna cevap verilirdi.
TV programlarında gündem tartışılır, eksi ve artılar ortaya serilirdi amma yüzlerde gülümsemeler eksik olmazdı. Konuşma adabı vardı. Karşılıklı saygı gösterilir, kelimeler seçilerek ağızdan çıkardı. Gazeteciler de saygılı, cesur, aldıkları eğitimle bağdaşır bir vakar içerisinde sorularını sorar, katkılarını ilave eder ve fikirlerini de söylemekten asla çekinmezlerdi.
TV spikerleri, program yapımcıları, söyleşi ve konuk ağırlamalar, çok özlemle beklenen, izlenen ve izleyenleri ekran başına taşıyan ağırlık ve saygınlıkta olurdu. Özellikle Liderlerin buluşması, çok heyecanla dinlenir, dikkat kesilinirdi. Ciddi programlardı.
Laubali bir konuşma duyamazdınız.
Namussuz, şerefsiz, onursuz, omurgasız, yalancı, haysiyetsiz, ahlaksız, vatan haini, terörist benzetmeleri gibi kelimeler kullanılmazdı. Bugün yukarıda saydığımız şahsiyetlerden hangisi terörist, vatan haini olabilir ki?
Mümkün değil.
Zaten öyle olanı milletimiz asla affetmez ve siyaset dışı bırakır. İnanın bana.
Örneğin Erkan TAN denen bir zevatın Ekrem İMAMOĞLU için “olum sen daha belediye başkanı olmadın olmadın” diye cıyak cıyak yırtınması BASİTLİĞİNİ görmek mümkün değildi.
TV sahibi ya da Yayın Yönetmeni, Yayın Sorumlusu, üstlendiği görevin bilincinde olup, böylesi FIRILDAKLARA meydan vermez, anında kapı dışına atardı.
Çoğu TV’lerde şimdi bu nezaket kurallarına uyan hemen hemen yok. Yeni nesil gençlikte de bunlara dikkat eden yok. Bozulan, dumura uğrayan siyasetimizde de siyasetçimizde de ne yazık ki bu inceliği, güzelliği arayan yok.
Sözün Özü!
Yetiştirilen dindar kesim bu mudur?
Dindar kişinin saygılı olması da gerekmez mi? Kurumu saygın olmaz mı? Büyüklerini sayan, küçüklerini seven bir nesilden geldiğimiz duruma bakar mısınız? Hiç beğenmediğiniz Ateist, başka din mensubu kişiler çok daha İNSANİ kurallara ve inceliğe sahip değil mi? Bir yayın kurumu yetkililerinin bu duruma nasıl müsamaha gösterdiğini anlamak mümkün değil.
Bu böyle gitmez amma.
Düzelir umuduyla diyorum.
Mustafa Kemal ÖZGÜRSOY