Çin,
İşte burası zurnanın son deliği…
Sun Tzu’nun, Konfüçyüs ve Tao’un, İçing Khatun’ların, Şenking’lerin ülkesi, Mao’nun kızıl rüyası, Deng’in modern efsanesi. Dünyada varlığında ittifak edilen altı büyük medeniyetten en doğuda olanının “Orta Krallık” diye bilinen ülkesi.
Deng’den bu yana olağan üstü büyüme gösteren Çin ekonomisi bugün dünyanın en üretken ekonomisidir. Onlarca doğal kaynağın en çok üretildiği ülke olan Çin, günümüzde her alanda müthiş bir üretim performansı sergilemektedir. Bu yönüyle önümüzdeki yüzyılın en büyük süper güç namzedidir. Bu performansını askeri teknoloji ile uzay yarışı teknolojisine de teşmil eden Çin, bu yönüyle, dünya ekonomisinde olduğu gibi dünya siyasi ve askeri güçler dengesinde de ileride başat güç olacağının sinyallerini vermektedir.
Çin, böylesi devasa bir fabrikayı kusursuz işletebilmek için herkesten daha çok enerjiye ihtiyaç duymaktadır ve bu ihtiyacı her gün daha da artmaktadır. 2002 yılında dünyadaki tüketilen enerjinin toplamda % 14’ünü tüketen Çin’in, 2030’lu yıllarda dünya enerji tüketiminin tek başına % 34’ünü kullanacağı hesaplanmaktadır. Hâlihazırda dünya kömür rezervleri ve üretiminin büyük bir kısmına sahip olan Çin’in mevcut performansı onu kömür dışı enerji kaynaklarına sahip olmaya zorlamaktadır. Elindeki doğrudan petrol ve doğalgaz kaynakları yeterli olmasa da Çin bu kaynaklara ticari kanallarla sahip olmanın peşindedir.
İran’ı merkeze alan denklemlerde Çin bu sebeple birincil bir aktör olarak sahneye çıkmaktadır. Çünkü Rusya ile kurduğu Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) yoluyla Rusya ile arasındaki sınır sorunlarını halletse de, NATO karşıtı bir askeri güç merkezinin varlığını sahneye sürmüş görüntüsü verse de Rusya – Çin ilişkisi her zaman “Sarı Tehlike” sendromundan etkilenmektedir. Askeri olarak işbirliği yapsa da Rusya, Çin’e “Ne Pekin’in ipeği ne de Çinlinin çekik gözü” zaviyesinden bakmakta, enerji ticaretini sadece ticari bir olay olarak değerlendirmektedir. Yani Rusya’nın bir yüzünün Avrupa’ya dönük olması ve Avrupa’nın Rus enerji kaynaklarına olan ölümcül bağlılığı Rusya’nın gözünde Çin’i kıymetli alıcı statüsünden çıkarmaktadır. Bu arada Çin ile Rusya arasındaki milyarlarca dolarlık enerji yatırımı projelerini göz ardı etmemek gerekir. Ancak her şeye rağmen Çin, Rusya’nın ikincil müşterisi konumundadır.
Bu koşullarda önümüzdeki süreçte katlanılmaz boyutlara ulaşacak enerji açığını giderebilmek için Çin’e tek bir güvenli seçenek kalmaktadır. O da kendisi gibi köşeye sıkışmış olan İran’dan başkası değildir. Birisi elindekini satmakta zorlanan enerji devi bir ülke, diğeri ise enerji anlamında her şeyi yutabilecek bir ekonomi. Ki geleceğin projeksiyonlarını göz önüne alırsak İran’ın tüm enerji üretimi bile Çin için yeterli olmayabilir. Bu koşullarda birbirinin ihtiyaçlarını mükemmelen karşılayabilecek iki müthiş partner.
Birisi Afganistan kanalıyla Pasifik komşusunun nefesini kara sınırlarında da hisseden Çin, diğeri ise dünyanın efendiliği, kendine karşı yürütülen düşmanlık propagandaları ile her gün yeniden tasarlanan İran. İkisi de birbirinin olmazsa olmazı iki ülke.
Enerji konusunda bir hatırlatma yaptıktan sonra ABD-Çin rekabetine kısaca göz atalım. Çinli yatırımcılar bugün İran’ın enerji kaynakları ile en ciddi ilgilenen alıcılardır. Bugün İran ile Çinli şirketler arasında; petrolün çıkarılması, nakledilmesi ve satın alınması da dahil bir çok işlemden oluşan 100 milyar doları aşan büyüklükte sözleşmeler mevcuttur. Bu sadece bir kontrat için telaffuz edilen rakamdır. Buna benzer pek çok sözleşmenin hazırlıkları sürmekte, fizibilite çalışmaları son sürat devam etmektedir. Çünkü Çin kendisini iyice köşeye sıkıştıran enerji konusunda köklü bir çözüm arayışındadır. Bu çerçevede vadesi yüz yılı aşan sözleşmeler hem Çin’in işini kolaylaştırmakta hem de İran’ın güvenliğini sağlamaktadır. Olaya bu yönüyle bakınca İran’ı ayakta tutacak tek güç Çin’dir. Hem de bunu büyük ihtiyaçlarından dolayı büyük bir arzu ile yapacaktır.
Herkes zanneder ki Amerika, Irak’a Irak petrolleri için geldi. Oysaki Amerika, Irak’tan önce Çin ile İran arasındaki kara bağlantısını sağlayan Afganistan’ı işgal etmiştir. ABD bu yolla hem İran-Çin bağlantısını kesmek istedi hem de Rusya – Çin bağlantısını zayıflatacak bir konuma ulaşmaya çalıştı. Ancak daha da önemlisi Çin topraklarını Pasifik’ten doğrudan vurabilecek olan Amerika, Afganistan İşgali ve Orta Asya Cumhuriyetlerinde kiraladığı askeri üsler yoluyla Çin’e direkt kara sınırı komşusu olmayı hedefledi. Bunda ilk başlarda kısmen de başarılı oldu. Özellikle Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’daki altı askeri üssün kullanım hakkını elde ederek Çin’in hem hava hem de kara komşusu olmuştu. Amerika bu yıllarda “allı morlu” devrimlerle Ukrayna ve Gürcistan’da yaptığını Kırgızistan’da da yapmaya kalkınca işin rengi değişti. Sözleşme gereği diğer beş üssü 2006’ya kadar zaten boşaltmış olan Amerika, Amerikan liderliğinin beceriksizliği yüzünden 2006 yılında da Orta Asya’nın en stratejik askeri üssü olan Özbekistan’daki Hanabad Askeri Üssü’nü de boşaltmak zorunda kaldı.
Tabi burada asıl rolü Rusya’nın oynadığını hatırlamak gerekir. Rusya, Özbekistan’a kredi konusunda açık çek verirken, Amerika’nın baskıları karşısında ezilen Kırgızistan’ın yeni yönetimine de tam destek çıktı. Durum böyle olunca Rusya güneyini sağlama alırken Çin’i de büyük bir dertten kurtarmış oldu. Sonuçta Amerikanın o bölgeden dolambaçlı yollarla da olsa çıkarılması hem Rusya’nın hem Çin’in hem de İran’ın güvenliği için rahatlatıcı bir konu olmuştur.
Ancak asıl önemli olan şu: Bugün İran’a yapılacak bir müdahale ve İran enerji kaynaklarının el değiştirmesi dünya ülkeleri içerisinde en çok Çin’i etkileyecektir. Ortaya çıkardığı üretim fazlası ile son yıllarda dünya genelinde düşük enflasyonlu bir ekonomik yapıyı yaratmış olan Çin’in üretim fazlası şu son krizden sonra ulusal ekonomiler için büyük bir tehdide dönüşmüş durumdadır. Hem bu tehdidin önünün kesilmesi hem de bu ekonomik büyümenin dinamiğini oluşturan enerji kaynaklarının Çin’e akışının engellenmesi, uzun vadede bu kaynaklara doğrudan sahip olmaktan daha önemli bir konudur. Bu bakımdan İran’ın ayakta kalması Çin için hayati önemde bir konudur.
Ancak İran’a müdahaleyi kafasına koymuş olan ve bu yönde hazırlıklarını son zamanlarda iyice hızlandıran Batı Birliğinin, İran konusunda karşısına çıkacak güçlü bir muhalefeti istemediği de aşikârdır. Bu yüzden Rusya’nın muhalefetini İran’dan esirgeyeceğinin anlaşıldığı bir dönemde Çin meselesinin halledilmesi konusunda batı için bulunmaz bir fırsat doğmuştur. Hem de Rusya’ya Polonya’daki füze kalkanının Rusya’ya karşı olmadığının garantisinin verildiği hafta olayların patlak vermesi manidardır. Fikrimce batı, karşısında güçlü bir ses istemediği bir dönemde, karşısına çıkacak İran müttefiki bu ülkeyi kendi derdi ile hemhal bırakmak peşindedir.
İşte Türkistan’daki katliam tam da bu günlere denk gelmesi bakımından duygusallıktan arınmış bir bakış açısını zorunlu kılmaktadır.
Hele de işin içinde bugüne kadar Türkiye’nin dahi vize vermediği ama Amerika’nın baş tacı ettiği bir burjuva lider var ise bir kere daha düşünmek şarttır.
Kimdir Rabia Kadir yada Kader?
Kim olduğu hakkında fazla bir fikrim yok. Ancak bildiğim bir şey var. O da, Amerika’nın Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin anayasal cumhurbaşkanı rahmetli İsa Yusuf Alptekin’e aynı sevgiyi göstermediğidir. Doksan küsur yaşında vefat edene kadar Doğu Türkistan Davası’nın bir neferi olarak çabalayan Alptekin’e hiçbir zaman ne Amerika ne de Amerikancı devletimiz sahip çıkmamıştır. Rahmetli Alptekin’e Türkiye’de bir tek MHP sahip çıkmıştır ancak onların çabaları da cılız kalmıştır.
İsa Yusuf Alptekin gibi bir lidere, hem de 1949’dan bu yana Uygurların liderliğini karşı konulmaz bir dirençle sürdüren bir dava adamına sahip çıkmayan Amerika, kim olduğunu henüz öğrenemediğimiz bir burjuva işkadınına bu denli sahip çıkıyorsa işin içinde bir iş var demektir.
İşin ilginç olan yanı ise aynı kişiye iki defa başvurmuş olmasına karşın bizim hükümetimiz niye vize vermemiştir?
Bugün başbakan televizyonlara çıkıp “bizim kapımız herkese açıktır” diyerek mavi boncuk dağıtırken Doğu Türkistan’daki zulme dur demiş mi oluyor yoksa Davos’takine benzer şekilde havagazı mı alıyor?
Madem kapısı açıktı aynı kişiyi niye iki kere geri çevirdi. Hele de bu kişi gerçekten bir dava insanıysa (gerçeği bilmiyorum ama şüphelerim var.) hangi hakla geri çevirdi. Eğer ki bir dava insanı değilse bugün hangi siyasanın gereği olarak kapıyı açıyor. Birisi mi açılmaz kapıları açın dedi.
Bu kapılar yolgeçen hanımı? Niyeyse bu hükümette kapı açmak alışkanlık yaptı?
Bir şeyin daha özenle sorulması gerekiyor. Bu olayların patlak vermesi ile cumhurbaşkanımızın şaşaalı Çin ve Türkistan Gezisinin bir ilgisi var mı? Bu geziden Çin mi rahatsız oldu yoksa Amerika mı rahatsız oldu?
Bu son sorunun cevabını verebilen bu olayların gerçek sebebini de bulabilmiş demektir.