Bugün sana ne söyleyebilirim sevgili…
Gökyüzü ile yeryüzü arasına nasıl sığdırabileceğimi bilmediğim yalnızlığıma kıvrılıp, sarılıp uyuduğumu…
Unuttuğum o kadar çok şey var ki, bir o kadar unutamadıklarım…
Nehrin uzanıp gittiği o yerde iğde ağaçlarını, kokusunu, havada asılı duran sevincini, sevincimizi, aşka sarılan kollarımızı.. Âh evet gülüşünü…
Bir ters bir düz örüyorum yaşadıklarımızı, yaşayamadıklarımızı.
Felçe uğramış hastanın şoku üzerimde, zihin göçü, akıl tutulması…
Tekerrürlerin bıkkınlığı…
Geçmiş geleceğe mezarsa neden yaşarız.
Nihayetinde; Var olmakla yok olmak arasındaki kendimize taşınacaksak, maşuğa aşık, aşığa maşuk ne gerek…
Karşımızda duranı yanımıza, yanımızda duranı karşımıza almanın döngüsünde bir ömür.
Yansımalar, yanılsamalar…
Kolayı zor, zoru kolay kılmalar.
Süslü püslü hayatların içinde eski püskü yalnızlığımızı saklamalar. İlizyonda üstümüze yok.
Niyet etme de üstümüze yok, dökeriz ulu orta niyetlerimizi de realitesi yok..
Âh evet kelimelerimiz, süslü, sihirli cümlelerimiz. Ayakları yere basmayan vaatlerimiz…
“Değişmeyen tek şey değişimdir!”
Değişemiyoruz.
Değişmeliyiz.
Dolanıp durmadan kendi etrafımızda, yörüngemizden kopup kurtulmalıyız kaostan.
Değişiyorum, körükörüne bağlanıp kaldığım kutsallarımdan kopup kendime çarpıyorum.
Değişiyorum, sevdiklerimden, sevebileceklerimden çok daha fazlasını aklımdan atma savaşına giriyorum.
Korktuğum yalnızlığın kaçınılmazlığını kabulenmenin eşiğindeyim, adım adım kendime ilerliyorum.
Sarılıp kaldığım boşluğun çatısı altında kutsallarım kül!
Vaha Sahra