Bizim hikâyemiz; “ormandan odun, yaprak ve çayır taşımaya, artık dayanamıyorum, çile çekecek gücüm kalmadı,” diyen annemin, sözleriyle başladı.
Çünkü kış hazırlıkları uzun sürer ve günlerce, odun taşırdı. Babam budama işini yapar, biz de yaprakları eve ulaştırırdık. Günlerce ormanda çalıştığımız oluyordu.
Annem haklıydı, orman köylüsü olmak zordu. Olumsuz şartlara, direncimiz gün be gün kırılıyordu. Bu sene de taşınamadık, yine okulu sel ve kar yüzünden asacaktık.
Babama kalsa, ormandan çıkılmazdı. Çünkü, ağaç keser, kazma ve küreğe sap yapardı. Korkmazsa masa ve külek için tahta düzenler ve onları satardı. Annem, ara sıra, “burada kalıp çürüyelim mi” derdi. Doğru söylüyordu, çıkış yolumuz kalmamış ve umutsuzluk, zirve yapmıştı. Yine babama kalsa, ağaçlar kadar güçlüyüz, derdi.
Dayımın bir yıldan beri, ısrarı sonuç vermeye başlamıştı. Annemin yüzü gülmeye başlamıştı. Babam ise durumunu düşünmeye razı gelmişti. Annem bu defa kararlıydı. Kardeşimle gideriz, sen de ormana kulübe yapar durursun, derdi.
Babam, değişimi sevmez ve köyde ocağım tütsün arardı. Bıçağını, keserini ve baltasını biletme, çam ağaçlarından çıra elde etmenin peşindeydi. Çünkü çırayı satardı. Ahşap ev gereçleri yapmanın peşindeydi. Evi çekip çevirme, annemin sırtındaydı. Şartlara bakmaksızın, çayır taşırdı. Annemin canı çıkıyor ve ayakta duracak hali kalmıyordu. Kardeşimle yardım etsek de çok yararlı olamıyorduk.
Bu kadar koşturmaya rağmen, geçim sıkıntısı çekiyorduk. İnekleri doyurabilsek, biz de geçinirdik. Bu sene okul için, ayakkabı ve palto alamadık. Kış kapıda, okula yine ayaklarımız su içinde gidecektik. Dayımın getirdiği kışlıklar da kardeşim için normal, bana bol gelmişti.
Dayım dün geldi. Bu defa kararlıydı. Annem, babamı dinlemeyecek ve beraber şehre gidecektik. Annemin sesi neşeli çıkıyordu. Babam, misafir gibi başı öne eğik dinliyor, arada bir şeyler soruyordu. Dayımın çoğu sözlerini anlamıyorduk. Sokaklar ışıklıymış, çamur olmazmış. Kar düşmezmiş. Dayımın sözleri hayallerimi güçlendiriyor ve kendimizden geçiyorduk. Islanmadan ve çamur çiğnemeden her gün okula gidebilecektik. Ayaklarımız su içinde kalmayacak ve sınıfta titremeyecektik. Dayımın üç katlı binasının birinci katına yerleşecekmişiz.
Öyle yerde okunmaz mı? Çok okuyacağım, doktor olacağım, diyordum.
İlk okul ikiye başlamıştık. Okula güz işlerinde çalışan arkadaşlar gelmemişlerdi.
Bizim hikâyemiz bu hafta sonu başlayacaktı. Babam çok üzülse de üç gün içerisinde, inekleri sattı. Evi ve bahçeyi de komşulara teslim etti. Kardeşimle babama itiraz ettik. İnekleri sattık bari danayı götürseydik, dedik. Kardeşim çok üzüldü, evin altında bakardık, dedi.
Dayım dana için itirazımıza çok güldü. Babam seslemiyor, annem ise kardeşinin ağzına bakıyordu. Dayım babama baktı ve kesici aletleri bırakın diye tekrar etti.
Kamyonu gördüğümüzde, anneme ve babama, ağlayarak sarıldık ve okuyacağız, çok okuyacağım, dedim. Eşyalar kamyona yüklendi. Taş mile ve bitki tohumundan yaptığım tesbihleri de yanıma aldım. Babamın çakıldağını odaya astım. Gaz lambasını da dayım aldırmadı. Babama kazma ve küreği bıraktırdı. Fakat kesici aletlerinin ağızlarını sarıp çuvala doldurdu. Dayım, babamın üzerine daha gitmedi. Çünkü koca adam ağlıyordu.
Dayım, yine de babama orada orman bulamazsın, dedi. Fakat babam dinlemedi.
Annem ile dayım öne oturdular. Babamla kamyonun arkasına yerleştik. Kamyon hareket ettiğinde, babamın el sallayıp ağlamasına eşlik ettik. Kamyon yavaş hareket ediyordu. Bir süre sonra babama geldik mi? Diye sordum. Babam, yavrum, daha sahile inmedik, dedi.
Gözümü açtığımda, kamyon durmuştu. Babama heyecanla niçin durduk, dedim. Halbuki babam da bilmiyordu. Bize ekmek helva verdi ve yedik. Aklımdan geçenleri babama sormak gereksizdi. Yalnız mantar için ormana geliriz. Kırılan ağaçları kesersin, dediğimde “kısmet” dedi. Babam şehri bilmediği için köy ile farkını çözemezdi. Köyden dışarı çıkmamış, şehir nedir bilmezdi. Ormandan çıkmamış, mücevheri bile taş görürdü.
Köyün zor şartlarını bıraktık. Şehir denilen bilinmeze sürükleniyorduk. İçimiz kıpır kıpırtı. Dayıma kalsa farklı ve mutlu bir yaşantımız olacaktı, hatta geç bile kalmıştık. Pazarcılığa babamla birlikte devam edecekmiş.
Dayımın üç katlı evinin önüne sabaha karşı geldiğimizde uyandım. Eşyaları kilimlere sarıp eve çıkarttık. Annem kendine göre bir şeyler düzeltiyordu. Dayım bir süre sonra geldi. Yiyecek almış ve birlikte yedik. Dayım, neler anlatmışsa, babamın yüzü gülüyordu. Şehre gündüz kamyon giremezmiş, dedi. Dayımın sözüne kardeşimle çok güldük. Girse ne olacak yollar mı kapanıyordu.
Akşam olmadan yattım. Sabah dayım okula gitti ve kaydımızı yaptırdı. Biz de annemle dışarı çıktık ama kaybolmaktan korkuyoruz. Semtin adı için, Fatih dediler. Büyülendiğimi söyleyebilirim.
Yarın dayım bizi okula götürüp ihtiyaçlarımızı alacaktı. Geri kalmayacak ve herkesi geçecektik. Babam, dayımla pazara gitti. Babam ne yapacağını, öğrenmeye çalışıyordu.
Hikâyemiz uzun sürdü ve hala şehirdeyiz.
Doktor olarak aynı şehirde çalışıyoruz ve çok mutlu bir yaşantımız olduğunu söyleyebilirim. Dayıma her defasında teşekkür ediyorum. İyi ki okumak için, şehre gelmiştik.
Hasan TANRIVERDİ