Biz sizin yalnız Yaratan’ın önünde eğilişinizi, ancak Hakk’a ve hakikate biat edişinizi, nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilip bükülmeyişinizi, dünya ve içindekiler söz konusu olunca elif gibi dik duruşunuzu, safınızı belli edip o safta daim ve kaim duruşunuzu sevdik.
Biz sizin mazlum milletlerin yanında oluşunuzu; antiemperyalist, antikapitalist, antinasyonalist, antisiyonist, antifaşist ve en önemlisi de antifiravunist yanınızı sevdik.
Biz sizin; şehirlerin anası Mekke’yi, son Peygambere kucak açan Medine’yi, ümmetin yetimlerine beşiklik eden mahzun ve mağdur Kudüs’ü, kadim medeniyetin asil izlerini taşıyan gözü yaşlı güzel Şam’ı, İsyanbol’dan İslâmbol’a dönüşen İstanbul’u aşkla sevişinizi sevdik.
Biz sizin, Filistin davasını sadece omuzlarınızda değil ‘Kudüs’ diye atan yüreğinizde taşıyışınızı, büyük bir inançla “Tutsak Kudüs’e borcumuz Kudüs’ü savunmaktır.” ,”Tûr Dağı’nı yaşa/Ki bilesin nerde Kudüs/Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum/Ayarlanmadan Kudüs’e/Boşuna vakit geçirirsin/Buz tutar/Gözün görmez olur.” deyişinizi sevdik.
Biz sizin Avrupa’dan Asya’ya, Kuzey Amerika’dan Güney Amerika’ya, Avustralya’dan Antartika’ya değin yalnız İslâm’ın nurlu yolunda azimli ve kararlı yürüyüşünüzü sevdik. Biz sizin mala mülke tamah ve itibar etmeyişinizi, aza kanaat edişinizi, dünyaya ait her ne varsa bakmaya bile tenezzül etmeden elinizin tersiyle itişinizi sevdik. Biz sizin ilkeli ve vicdanlı oluşunuzu, yazdıklarınızla yaşama biçiminiz arasında çelişki teşkil etmeyişinizi, her şartta doğru bildiğiniz şeylerin arkasında duruşunuzu sevdik.
Biz sizin büyük bir şeref ve vakarla göğsünüzü gere gere “Tek Ulu Önder’imiz vardır; o da Hz. Muhammed(sav)’dir. Ne mutlu Müslüman’ım diyene!'” deyişinizi sevdik. Biz sizin iradenize vurulmak istenen kelepçeleri kırışınızı, özgürlüğe olan sevdanızı, dar kalıplara sığmayışınızı, bütün kalıpları vicdan balyozuyla tuz buz edişinizi, açılan yollardan gitmek yerine yeni yollar açışınızı; tabir caizse aykırı bir adam oluşunuzu sevdik.
Biz sizin; birileri Batı çöplüğünden aldığı eğreti artıklarla yamalı bohçaya dönüşmüşken, kendinizi İslâm’la sınırlayışınızı, ısrarla yerli ve millî oluşunuzu sevdik.
Biz sizin hep vitrinlerin uzağında, perdelerin arkasında oluşunuzu, edebiyat ve sanat alanında ödül avcılığı peşinde koşanlara olan haklı tepkinizi, samimiyetten uzak ödüllere karşı mesafeli duruşunuzu, Necip Fazıl Ödülü hariç, verilen ödülleri kabul etmeyişinizi sevdik.
Biz sizin karakışın ortasında nice yaşanmamış taze baharlar düşleyişinizi, bütün göstergeler umutsuzluğu gösterdiği dar vakitlerde bile umuda yelken açışınızı sevdik.
Biz sizin içinizde besleyip büyüttüğünüz yeni sevdaların verdiği güç ve gayretle, yeni yol arkadaşlarının eşliğinde yeni menzillere varmak için hep yollarda oluşunuzu sevdik.
Biz sizin kendi nefsinize değil, on dört asır evvel insanlığa mutlak kurtuluşu muştulayan kutlu davanıza yönelik çirkin ve saldırgan eylemlere karşı soylu öfkenizi sevdik. Biz sizin, gayesi nefes almak olan kuru kalabalıklar içerisinde dağılıp gitmemek için hayat alanınızı kasten daraltışınızı, kemiyete değil keyfiyete önem verişinizi sevdik. Biz sizin karanlığa ağız dolusu küfretmek yerine, geceye kandiller yakışınızı sevdik. Biz sizin, buruşmuş bir müsveddeyi andıran bu çağ eskisinde her dem hakikat cilasıyla parlatılmış, paslı kelepçelerden azade o derin idrâkinizi, yeni ve taze kalışınızı sevdik.
Biz sizin; “Yıldızlar bize neden bu kadar uzak?” deyip yığınla şekva etmeden, hayıflanma kolaylığını seçmeden hakikat semasında parlak bir yıldız oluşunuzu sevdik.
Biz sizin İslâm davası söz konusu olduğunda direnişinizin mücessem hâlini sevdik.
Biz sizin; 157 sayılık Edebiyat dergisini çıkarmak, çocuklarımıza ilhamını Kur’an’dan alan güzel eserler bırakmak için soğan ekmek ve simit yiyerek öğün savışınızı sevdik.
Biz sizin; Hakk’ın Alak Suresi’ndeki ilk emri olan, başta kâinat ve insanın kendisi olmak üzere, her zaman her nesneyi okumayı, akabinde yazmayı önceleyişinizi sevdik.
Biz sizin baruttan harflere dağların taşıyamadığı ateşin mânâlar yükleyişinizi sevdik.