“Tarihsel perspektiften sanayileşme stratejileri incelendiğinde iki farklı
stratejinin uygulandığı görülecektir.
Bunlardan birincisi dışa açık, serbest ticaret
ilkelerine dayalı iken, ikincisi sanayileşme hedefini gerçekleştirmek için
korumacılığa ve devlet müdahalesine/planlamaya dayalı
stratejidir.
1838 yılında İngiltere ile yapılan serbest ticaret anlaşması sonuc
unda
Osmanlı imalatı büyük bir yıkımla karşı karşıya kaldı. Cumhuriyetin ilk yıllarında,
1923
–
29’da dışa açık ekonomi altında sanayileşmede başarısız kalındığı görülünce,
bu kez dünya bunalımının da etkisiyle 1930
–
1939 döneminde, koruma
cılık ve
devletçiliğ
in sentezinden oluşan
sanayileşme
stratejisi
uygulanmaya kondu. 1950’li
yıllar
1930’ların bağımsız sanayileşme modelinden köklü
kopuş anlamına
geliyordu. 1947
Türkiye
İktisadi Kalkınma Planı’nda kristalize olan
liberal anlayış,
yeni uluslararas
ı işbölümü i
le uyumlu bir anlayış çerçevesinde hazırlanmıştı
. Bu
dönemi ithal ikameci sanayileşme stratejisi (1963
–
197
9
) izledi. İthal ikameci
sanayileşme stratejisinin 1970’li yılların sonunda krize girmesi ile birlikte
sanayileşmede derinleşmeyi hedefleyen 4.plan ta
sfiye edilerek, dışa açık, serbest
ticarete dayalı
24 Ocak Kararları uygulanmaya kondu.
1838’den 1980’e kadar olan dönemde
sanayileşmeyi son derece olumsuz
etkileyen
1838 Osmanlı
–
İngiliz
Serbest
Ticaret Anlaşması; 1947 Türkiye İktisadi
Kalkınma Planı; 1980
neoliberal yeniden yapılanma
politikaları
ve bu dönemin bir
alt dönemini oluşturan ve 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması
serbest ticaret ilkeleri çerçevesinde
dış müdahaleler
sonucunda hazırlanmıştı
.
1930
–
1939 devletçi
, korumacı sentezd
en oluşan sanayileşme stratejisi ise
bağımsız
sanayileşme
anlayışı çerçevesinde hazırlanmıştı
. Başka bir ifadeyle,
bu dönemde
uygulanan sanayileşme modeli
uluslararası işbölümün
e rağmen hazırlanıp
uygulanmıştı.
İkinci paylaşım savaşı sonrasında hazırlanan
1946 tarihli İvedili Sanayi Planı
da tıpkı 1930’lu yıllarda hazırlanan birinci ve ikinci sanayi planlarında olduğu gibi
bağımsız bir sanayileşmeyi öngörmekte idi. Ancak plan zamanın ruhunu
yansıtmadığı için tasfiye edilecek, bunun yerine zamanın ruhunu ya
nsıtan 1947
tarihli Türkiye İktisadi Kalkınma Planı hazırlanacaktı. 1963
–
1977 döneminde
uygulanan ithal ikameci, planlı sanayileşme modeli ise uluslararası iş bölümünün
uzantısı olarak gerçekleşti. Dönemin sonunda gündeme gelen 4. Beş Yıllık
Kalkınma Planı
bir boyutuyla bağımsız bir sanayileşme perspektifine sahipti. Başka
bir ifadeyle, uluslararası iş bölümünün öngördüğü sektörler dışına çıkılarak,
sanayileşmede derinleşmenin sağlanması ve dışa (ithalata) bağımlılığın azaltılması
hedefleniyordu. Ancak Plan
’da öngörülen “iddialı” hedefler; başta dünya bankası
olmak üzere dış finans çevrelerinin tepkisini çekecek, bunun yerine uluslararası iş
bölümü ile uyumlu, Türkiye’nin düşük ve orta teknoloji yoğunluklu sektörlerde
uzmanlaşmasını öngören 24 Ocak 1980 Kara
rları uygulanacaktı.
Önce İngiltere’de patlayan sonra da Batı Avrupa’nın diğer ülkelerine yayılan
1. Sanayi Devrimi sonucunda üretim süreci büyük bir dönüşüme sahne olmuş,
üretim maliyetleri düşmüştü. Buharlı gemilerin uluslararası ticarette kullanılması
ile birlikte sermayenin akışkanlığı önceki yıllarla kıyaslanmayacak kadar hızlanmış,
kapitalizm yeni pazarların fethine yönelmişti. Bu bağlamda İngiltere ile imzalanan
1838 serbest ticaret anlaşması ve izleyen diğer anlaşmalar sonucunda Osmanlı
İmparatorl
uğu açık pazara dönüşmüştü. Liberal/serbest dış ticaret geleneksel
zanaat üretimi üzerinde son derece olumsuz etkide bulunmuş, Osmanlı imalat
sektörü büyük bir yıkımla karşı karşıya kalmıştı.
Şüphesiz, 1838 serbest ticaret anlaşması imzalanmadan önce de, B
atı
Avrupa’da ortaya çıkan sanayi devrimine dayalı seri üretim Osmanlı imalat
sektörünü etkilemeye başlamıştı. Ancak, Osmanlı ekonomisi henüz açık pazara
dönüşmediği için bunun etkisi görece sınırlı kalmıştı. Başka bir anlatımla, 1838
serbest ticaret anlaş
ması, sanayi devriminin Osmanlı imalatı üzerindeki etkilerini
dayanılmaz bir noktaya taşımış, Osmanlı İmparatorluğu dünya ekonomisine
eklemlenerek açık pazara dönüşmüştü. Öyle ki, en temel sektör konumunda
bulunan tekstilde Osmanlı 19. Yüzyılında başında k
endi kendine yeterli iken,
19.yüzyılın sonlarına gelindiğinde %90 oranında ithalata bağımlı hale gelmişti.
19. yüzyılın sonlarında mamul mallar üretecek fabrika kurma girişimleri
gündeme geldiğinde ise serbest ticaret anlaşmasından dolayı gümrükleri yeteri
nce
yükseltme imkânı olmamış, sanayileşme girişimleri liberal ekonomi altında
başarısız kalmıştı. Oysa aynı dönemde merkez kapitalist ülkeler kendi sanayilerini
koruyarak geliştirme faaliyetlerini sürdürmekte idi.
Serbest ticaret altında, 1923
–
29 dönemind
e sanayileşmede başarısız
kalınması ile birlikte, 1929 büyük bunalımının da etkisiyle Türkiye’de 1930’lu
yıllarda korumacı ve devletçi sanayileşme politikaları sayesinde, sanayide ilk ve
büyük atılım gerçekleştirildi. 1930’lu yıllarda uygulanan korumacı, d
evletçi
sanayileşme modeli dünya ekonomisinin büyük bunalımla karşı karşıya kaldığı bir
dönemde hayata geçirilmişti. Başka bir anlatımla, merkez kapitalist ülkelerin derin
bir krizle karşı karşıya kaldığı, kapitalist blokta henüz hegemonik bir gücün ortaya
çıkmadığı bir dönemde, Türkiye uluslararası ihtisaslaşmanın öngördüğü
sektörlerin dışına çıkarak, kalkınmacı devletin uyguladığı bağımsız sanayileşme
sayesinde ilk ve en önemli sanayileşme atılımını gerçekleştirdi. Bağımsız
sanayileşme hedefi Birinci Beş
Yıllık Sanayi Planı’nda, 1933 yılında, şu şekilde ifade
edilmekte idi:
“…Büyük Sanayici memleketler… Ziraatçı memleketleri her zaman için
hammadde müstahsili mevkiinde bırakmak ve bu memleketlerin piyasalarına
hakim olmak davasında müttefiktirler. Bu itib
arla, ziraatçı memleketlerin bu
silkinme hareketlerine, er geç, set çekmek hususunda siyasi nüfuzlarını
kullanmakta da birleşeceklerdir. Bazı zirai memleketler de ufak bir taviz
mukabilinde bunu kabulden imtina etmeyeceklerdir.”
İkinci Dünya Savaşı’nın ba
şlamasıyla İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı
uygulanamadı. Kadrocular tarafından İvedili Sanayi Planı hazırlandı. Plan, 1930’lu
yılların sanayi planları gibi sanayileşmeyi öncelikli hedef olarak ortaya koymakta
idi. 1946 İvedili Sanayi Planı değişen uluslarar
ası koşullar ve ülke içinde ticaret ve
büyük toprak sahiplerinin artan iktisadi ve siyasi nüfuzu sonucu tasfiye edilerek,
liberal içeriğe sahip 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı hazırlandı. 1947 Planı
uygulanmaya konmadığı halde temel yönelimleri açısın
dan Türkiye’nin savaş
sonrası iktisadi politikalarını belirleyen en temel belge hüviyeti taşıyordu. Plan; dış
finansmanı esas kabul etmekte, sanayi yerine tarıma öncelik vermekte, yeni
uluslararası işbölümü ile uyumlu bir anlayışı yansıtıyordu.
1930’lu yıl
lar sanayileşme açısından birinci büyük dönüşüme sahne olurken,
ikinci büyük dönüşüm 1960’lı ve 1970’li yıllarda planlamaya dayalı ithal ikameci
sanayileşme stratejisi sayesinde sağlandı. Plansız ve programsız yılları temsil eden
1950
–
1960 döneminin sonund
a, planlamaya dayalı ithal ikameci sanayileşme
stratejisi 1963
–
79 döneminin iktisat politikalarının ana yönelimini oluşturdu. İthal
ikameci sanayileşme stratejisi sayesinde Cumhuriyet tarihinin en temel ikinci
sanayileşme hareketi başlatılmış ve bu süreç D
ördüncü Beş Yıllık Plan ile daha da
derinleştirilmek istenmişti. Ancak, içerde ve dışarıda yaşanan kriz sonucunda,
Dünya Bankası başta olmak üzere, uluslararası sermaye çevreleri Dördüncü Plan’ın
tasfiyesini öngören yoğun bir çaba içerisine girişmiş, bunun
sonucunda Dördüncü
Plan’ın sanayileşmede derinleşmeyi öngören amaçları gerçekleşmeden tasfiye
edilmişti.
Türkiye’nin son planlama deneyimi olan Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma
Planı’nın tasfiyesi ile birlikte gündeme gelen 24 Ocak 1980 Kararlarının en temel
özelliği ihracat önderliğinde dışa açılma olarak belirlenmişti. Kamu kesiminin
üretici bir aktör olarak iktisadi faaliyetlerden çekilmesi ve altyapı sektörlerinde
yoğunlaşması, ithalatta efektif koruma oranlarının düşürülerek dış ticaretin
liberalleştirilm
esi ve sanayi üretiminin çeşitli özendirici tedbirlerle (sübvansiyon,
vergi iadesi vs.) ihracata yönlendirilmesi 1980 dönüşümünün temel öncelikleri
arasında yer aldı. Bu tedbirler ile yurt içi mal piyasaları dünya piyasalarına
açılırken, 1989 yılında günde
me gelen 32 Sayılı Karar ile birlikte de her türlü
sermaye hareketlerinin liberalizasyonu sağlanarak “serbestleşme” sürecinde ikinci
ve nihai aşamaya geçildi.
24 Ocak Kararları ile gündeme gelen tedbirler, sermaye çevrelerinin
beklentilerini de aşacak kad
ar radikal kararlar içeriyordu. Dönemin en büyük
finans kuruluşu olan İş Bankası Genel Müdürü Cahit Kocaömer’in Özal ile yaptığı
bir telefon konuşması teyit etmektedir:
Kocaömer’in
“Beyefendi, çok cesur kararlar aldınız. Yalnız, bunları acaba
uygulayabilec
ek misiniz? Uygulanırsa nasıl sonuçlar alacaksınız? Çok riskli bir
iş oldu. İnşallah başarılı olursunuz…”
sözlerine karşılık, Özal’ın verdiği yanıt
oldukça kaygılı bir psikolojik tabloyu yansıtmaktadır:
“Cahit bey, bilirsiniz
Osmanlı zamanında sadrazamları
n iki gömleği olurmuş. Biri bayramlık, öbürü
idamlık… İşler iyi giderse bayramlık gömleği, kötü giderse idamlık gömleği
giyeceğiz. Allah utandırmasın…”
(Aktaran Çölaşan, 1983:139).
Peki, bu radikal kararların sonuçları ne oldu? Kısaca özetleyelim. 1980’l
erden
günümüze kadar uygulana gelen neoliberal iktisat politikalarının en temel
sonucunu düşük teknoloji yoğunluklu üretim ve dış ticaret yapısında görmek
mümkün. Sanayileşme ve yapısal değişme gibi dinamik etkinliği hedeflemeyen bu
politikalar sonucunda
sanayide dönüşüm sağlanamadı, ihracatın ve üretimin
kompozisyonu temel olarak düşük ve orta teknolojilere dayalı gelişti ve Türkiye
erken sanayisizleşme olgusu ile karşı karşıya kaldı. Son yıllarda dış ticaret açığının
hızla artmasının ve sanayiinin gidere
k ithalata bağımlı olmasının temel nedeni,
1980’li yıllardan günümüze dek uygulana gelen finansal birikim modelinden ve bu
modelin sanayi politikalarını gündem dışında tutan (sanayinin gelişmesini doğal
seyrine bırakan) yapısında aranmalıdır.
Kısaca,
Tür
kiye, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı yerine gündeme gelen
24 Ocak
Kararları
ile birlikte, 1930’lu yıllarda başlayan ve 1960’lı ve 1970’li yıllarda
önemli gelişmeler sağlanan sanayileşme hedefinden vazgeçerek, serbest ticaret
ilkeleri doğrultusunda, ulu
slararası işbölümünün öngördüğü düşük teknoloji
yoğunluklu sektörlerde uzmanlaşarak kalkınma ve sanayileşeme paradigmasından
hızla uzaklaş
mıştır
.
1980 dönüşümü, dış müdahaleler sonucunda, Cumhuriyet
tarihi boyunca sanayileşmede yaşanan en temel kırılma nok
tası ve dışa
bağımlıktaki artıştır. Türkiye’nin neden bir Kore olamadığını burada aramak
gerekir.
Tarihsel perspektifte sanayileşmedeki kırılma noktalarını ve dış
müdahaleleri çözümlemeyi amaçlayan kitap, çeşitli dergilerden yayınlanan
makalelerimizden olu
şmaktadır. Bu makaleleri yaz
mamızın arkasındaki temel saik
,
sanayileşmede
/kalkınmada
neden başarısız olduk sorusunun yanıtını aramaktı? Bu
sorunun yanıtı bizi sanayileşmedeki ana kırılma noktalarına götürdü. Ana diyoruz,
zira ara kırılma noktaları da söz k
onusu. Örneğin çalışmada 1980 dönüşümünü
erken sanayisizleşme ana dönemi altında incelerken, bu ana dönemin bir alt
dönemi olarak 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşmasından söz
edilebilir. Sanayi üzerinde yarattığı etkiler nedeniyle 1996 Güm
rük Birliği
Anlaşması 1980 dönüşümü altında ayrıca incelendi.
Sanayileşmedeki/kalkınmadaki ana dönemeçlerin
, kırılma noktalarının
incelemesi bize şu genellemeyi yapma imkânı veriyor: Dünya ekonomisinin
çevresinde yer alan Türkiye gibi gelişmekte olan bir
ekonomide, dış müdahaleler
sonucunda gündeme gelen plansız, programsız, piyasa temelli
liberal
politikalar,
sanayiyi son derece olumsuz etkil
emekte
, sanayileşme
toplumsal bir hedef
olmaktan çıkarken, ithalata bağımlılık derinleşmektedir
. Bunun tam karşısın
da yer
alan, ithal ikamesine dayalı, planlı, programlı yıllarda ise sanayileşmede önemli
gelişmeler sağlan
maktadır
: Devletçi ve korumacı senteze dayanan 1930
–
1939
döneminde ve planlamaya ve ithal ikameci sanayileşme stratejisine dayalı 1963
–
197
9
döneminde
sanayinin yıllık ortalama büyüme oranları, plansız, programsız
liberal dönemler
ile kıyaslanmayacak kadar yüksek
gerçekleşmiştir. Daha da
somutlaştıralım: 1930
–
39 döneminde sanayinin yıllık ortalama büyüme oranı
%11,7
oranında gerçekleşirken,
1980
–
2015
pla
nsız, programsız neoliberal yeniden
yapılanma
dönemin
de
sanayinin yıllık ortalama büyüme oranı %5,1
oranına
düşmektedir.
1963
–
79 döneminde (1978 ve 1979 kriz yıllarının hesaplamaya
içerilmesi durumunda dahi) ise sanayinin yıllık ortalama büyüme oranı %8,2
ile
liberal dönemin çok üzerinde gerçekleşmiştir
. Cumhuriyet ortalamasının (1924
–
2015) yıllık sanayi ortalama büyüme oranının %6,5 olduğu göz önüne alınırsa,
plansız, programsız
serbest ticaret altında Türkiye
sanayileşmede tökezlemekte,
liberal politikala
r sanayi üretimini son derece olumsuz etkilemektedir…”
Kaynak; Bu özet Sayın Bayram Ali Eşiyok’un HBT Dergisinden alınmıştır.
https://www.herkesebilimteknoloji.com/themencode-pdf-viewer?file=https://www.herkesebilimteknoloji.com/wp-content/uploads/2018/02/hbt5-orneksayfalar.pdf