İpsala kapısına vardığımızda saatler ertesi günden tırtıklamaya başlamışlardı saniye saniye.. Pasaport kontrolünden sonra artık AB (Avrupa Birliği) ülkesinin Yunanistan “eyaletindeydik”. Ve AB ülkesinin “eyaletleri” olan İtalya, Fransa, Hollanda, Almanya, Polonya, Litvanya, Letonya ve dönüşte Polanya, Slovakya, Avusturya, Slovenya ve Hırvatistan’ı bir daha pasaporta ihtiyacımız olmadan geçtik (Bu arada demokrasinin kağıt üzerinde bırakılmayıp, etnik ve mezhepsel alanlara sıkıştırılmayıp, sokaklarda, parklarda, insanlarda günlük hayatın ele tutulur, hissedilir yani yaşanan bir kavram olduğunu da gördük.) 14. Günün sonunda Hırvatistan’ın Adriyatik kıyılarındaydık
Hırvatistan’ın tarihi ve turistik şehri olan Dubrovnik’e gidiyoruz. Haritada nokta gibi görünen ve denize açılıp açılmadığı belli olmayan Bosna-Hersek’in topraklarına girdiğimizi pasaport kontrolünde anladık. Evet¸Bosna-Hersek’in Abriyatik’te liman yapabileceği bir köyü varmış. Lakin henüz, bu köy arkasını yüksek dağlara yasladığı için, en yakın Bosna-Hersek kenti olan kenti olan Mostar’a direkt bağlantısı yok.
Pasaport kontrolü, olmadı, pasaportlar toplanıyor. Bir hayli zaman kaybediyoruz. Hâlbuki biz geziciler yorucu gece yolculuğundan sonra, Dubrovnik’de kendimizi bir an önce Akdeniz’in sularına bırakmak için sabırsızlanıyorduk. Yola devam ettik. Yol oldukça virajlı ama Adriyatik kıyıları doyumsuz güzellikte. Bizim Ege kıyılarını andırıyor, misal Muğla koylarını.. O da ne on dakika ya gittik ya gitmedik yine pasaport kontrolü.. (!). Bosna-Hersek sınır kapısından çıkıyormuşuz.
Arkamızdan birkaç otomobilin dışında gelen giden yoktu. Ama Bosna-Hersek’in “egemenlik” alanını terk ediyoruz ya, bu egemenliği hissetmemiz lazım ya.. Bosna, balkanlarda Makedonya ve Kosova gibi kültürleri bize en yakın ülke. Severim kendilerini, lakin bireyci içgüdülerim “…yahu az önceki kapıdan telefon etseler de, bizi bir bir saatlik pasaport seremonisine mahkum etmeseler olmaz mı?..” diye söylenmeme neden oluyor. Neyse oradan da kurtuluyoruz. Dubrovnik’in bozulmamış kalesi ve kale içi yerleşkesi görülmeğe değer. Denizi de bir o kadar güzel. Ancak 2-3 saatlik bir süremiz var. otobüsle bir tur atıyoruz ve gezilebilecek yerleri gezip denize giriyoruz.
Dönüşte yine Bosna-Hersek sınırlarına 10 dakika arayla girip çıkıyoruz. Bu kapılarda ayrıca Hırvatistan gümrük kapıları yok Allahtan. Yine Hırvatistan’dayız. Bir nehrin deltasından kuzeye dönüyoruz. Bir saat ya gittik ya gitmedik, tekrar Bosna-Hersek topraklarına girerken yine pasaport kontrolü. Akşam yemeğini Mostar’da yedikten sonra yola devam ediyoruz
Türkiye’ye bu kez Yunanistan üzerinden değil Bulgaristan üzerinden gireceğimizden Sırbistan’ı geçmemiz gerekiyor. Gece yarısı uyandırılıyoruz, pasaport kontrolü. Uzun sürüyor. Sırbistan topraklarında gece boyunca ilerliyoruz. Bu arada, arada bir uyandığımda otobüsün ışıklarının aydınlattığı çevreye bakıyorum. Bu yörelerden Türkiye’ye göç edenlerin söylediği gibi Balkanların bu tarafları dağlık, ormanlık ve yeşillik..
Sabah Sırbistan sınır kapısından çıkacağımızı düşünürken günün bir hayli ilerlemiş saatinde hala Sırbistandayız. Gece otobüs yolunu şaşırmış ve tenha ve dar bir yoldan gelmek zorunda kalmış. Belgrat üzerinden gelen ikişer şeritli otobana giriyoruz. Artık yollarda Avrupa gurbetçisi Türklere’de rastlıyoruz.
Sınır kapısında pasaport kontrolüne giriyoruz. Sırplar mutsuz ve asık suratlı görünüyor hep gözüme. Osmanlı egemenliğine girdikten sonra bir türlü gerçekleştiremediği “Büyük Sırbistan İmparatorluğu” hayalinin Yugoslavya’nın dağılmasından sonra artık bir gerçekleşme ihtimali dahi olmayan bir hayal olmasından ileri geliyor olsa gerek.
Neyse kontrolden sonra çıkıyoruz ve az ilerideki Bulgaristan sınır kapısında ise oldukça oyalanıyoruz. Galiba “yol ücreti” için bekliyoruz. Bulgaristan içinde yol alıp Sırbistan’la sınır oluşturan dağları aştığımızda ovalık araziye ulaşıyoruz. Sofya’ya uğramak için zamanımız kalmadığından Türkiye sınır kapısı olan Hamzabeyli sınır kapısına geliyoruz. Bulgar sınırında pasaport kontrolünde çok fazla oyalanmıyoruz
Amma Türk sınır kapısında folklor grubu davul zurna eşliğinde halay çekerken, birazda Türk gümrükçülerini etkilemek ve eşyaların indirilmemesini sağlamak için, bir haber tüm keyiflerimizi kaçırdı. Bilgisayar yaptığı sondajlamada bizim otobüsü seçmiş ve eşyalar kontrol için otobüsten indirilecek ve otobüs genel bir aramaya tabii tutulacak. Bizde hemen bir telaş başladı. Türkiye’ye girdiğimizde saat gece yarısını bir hayli geçiyordu.. Ama her şeye rağmen Türkiye’de olmak güzel. Tekrar gözlerime, kulağıma, dilime kavuşmuş gibi oluyorum.
……………..
Şimdi, birleşmiş Avrupa ile bölünmüş Balkanları, bir birey olarak karşılaştırmak istedim. Buradan Türkiye için ne gibi sonuçlar çıkarabiliriz acaba? 03.10.2013