Bugün çok geç olsa bile insanlığın kanlar içerisinde kalmış cesedini kurtarmak için bir gayretin oluşması gerekir. Coğrafyamızdaki son gelişmeler böylesi bir girişimin öneminin arttığını göstermiştir. Bu bağlamda elinden gelen en ufak bir katkıyı esirgeyenlerin bu kıyıma ortak sayılacaklarını hatırlatmama gerek yoktur.
Birileri insanlığı, çıkarları için yok etmeye çalışıyorken; insanı “yaratandan” ötürü seven ve önemseyen bir medeniyetten gelenlerin kılını kıpırdatmaması artık dayanılmaz hale gelmiştir. Ömer Muhtarvâri gayretlerin harekete geçireceği dinamizmi göz ardı edemeyiz.
Ancak bütün fertlerin ayrı ayrı ortaya koyacakları dava anlayışının ne kadar önemli olduğunu bugünkü güç sahiplerinin bu gücü nereden aldıklarına bakmak yeterli olacaktır. Birlikten kuvvet doğar ve şayet organize edebiliyorsanız o kuvvet dış saldırılara karşı sizi koruyacağı gibi daha geniş alanlar da size sağlayabilir! Aslında biz bu duruma yabancı değiliz çünkü “Bedir”de davaya destek veren az sayıdaki inanmış ile çok daha üstün orduyu dize getirmiş bir tarihe sahibiz.
İfade etmeye çalıştığım anlayış milyarlarca insanın mutluluğunu sağlayacak bir gücü ihtiva ettiği için önemlidir. Biz başkasının gözyaşı ile mutlu yaşamaya çalışanlardan değiliz. Bilakis başkasının mutluluğu için uykusuz kalan bir anlayışın-medeniyetin müdavimleriyiz.
Bir toplumda fikir/dava amaç değilse, liderler/kişiler dokunulmaz, yargılanmaz, sorgulanmaz olur ve kutsallaştırılır. Bu kutsallaştırma, bir nevi modern çağın şirk ve put perestliğini de beraberinde getirir. Ey Muhammed! “De ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Farklılık, yalnızca ‘ilahınız tek bir ilahtır’ şeklinde bana vahiy gelmesidir. 18/110” İslam coğrafyasında ve özellikle de orta doğuda Müslümanların yaşadığı kıyım, tartıştıkları gündem ve konular ile tartışmaları gereken gündem ve konular bir birine uymuyor. “Orta Doğu, bütünsellikten ancak bölge dışı güçlerin kendisini parçalamalarıyla uzaklaşmıştı.
Şimdi Orta Doğu’da tarihi kategori olarak yüzyılların geleneğine uygun yapısını kendisine kazandırabilecek bir akım ortaya çıktığında, bölgenin hızla atomize edilmesi, bir Balkanizasyon girişimleriyle karşılaşması anlamlıdır. Dış güçler bu bölgedeki çıkarlarını çok sayıda devletçikler kurdurarak ve kurdukları devletlerin başına da azınlıkları geçirerek alabilmişlerdir.
Dünya Siyonist Örgütünün yayın organı Kivunim(Yönelimler) dergisi Şubat 1982deki 14. sayısında “1980lerde İsrail İçin Strateji” başlıklı çok önemli bir yazı yayınlamıştı. Yazıda, Mısır’a terk edilecek olan Sina’nin geri alınmasının şart olduğu vurgulandıktan sonra şu satırlar yer alıyordu: “Barış antlaşmasıyla(Camp David) geciktirilen ama uzun vadede kaçınılmaz olan günümüzdeki tarihi gelişmenin bir anahtarı, Yukarı Mısır’da bir Kopt (Hıristiyan) Devletinin, küçük ve zayıf bölgesel birimlerinin kurulmasıdır.” Yazıya imzasını atan İsrail Dişişleri Bakanlığının eski üst düzey yetkililerinden Oded Yinon, ortaya attığı tezi “Orta Doğu’daki bütün ülkelerin çok zayıf bir durumda bulunduğuna, çünkü bu ülkelerde kurulan devletlerin yapay sınırlar içinde, bir arada yaşamak istemeyen etnik ve dini cemaatler toplayarak kurulduklarına” dayandırıyor.
Yazıda İsrail’in bir devlet olarak ayakta kalabilmesi için bu manzaraya uygun biçimde bölge devletlerinin bölünmesi gerekliliği ifade ediliyor. Oded Yinon, Mısır’dan başka bölünmesi gereken devletler arasında en başta Lübnan’ı sayarak şunları yazıyor:
Lübnanın zaten fiillen var olan beş bölgeye bölünmesi bir örnek teşkil edecektir: Bu bölgeler bir Maruni Hiristiyan, bir Müslüman bölgesini, bir Dürzi bölgesini ve beşinci Haddad’ın milisleri aracıyla İsrail’in denetimi altında çoğunlukla Şii bölgesini içerecektir.”
Yazıda, daha sonra sıranın Suriye ve Irak’ın etik ve mezhebi temeller üzerinde bölünmesine geleceği kaydediliyor. Suriye’nin, kıyıda bir Alevi devleti, Halep bölgesinde bir Sünni devleti, Şam’da bir başka Sünni devleti ve Golan, Hauran ve Kuzey Ürdün’de bir Dürzi devletine bölünmesi öngörülüyor.
Projede, Irak için de Basra çevresinde güneyde bir Şii bölgesi, kuzeyde Musul çevresinde bir Kürt bölgesi, ortada Bağdat çevresinde bir Sünni bölgesi olarak üçe bölünmesi hedefleniyor. Yinon, Arabistan Yarımadası’nın da parçalanma için doğal bir aday olduğunu belirtiyor ama ayrıntıya girmiyor.
Anti-Siyonist bir Yahudi olan Noam Chomsky, İngiliz The Guardian gazetesinin 7 Temmuz 1982 tarihli sayısında söz konusu Siyonist planının ciddi olduğuna değinerek daha da uzun vadeli amacın Amerika Birleşik Devletleri’nin orkestra şefliğinde yeniden Batıya kazandırılmış bir İran, Türkiye ve İsrail arasında bir ittifakın kurularak bölgeyi yönetmek görüşünü ortaya atıyor. (Orta Doğu Çıkmazı/Cengiz çandar)
Evet, adamlar bugün yaşananları tam 32 yıl önce açık bir şekilde tasarlayıp, planlayıp dile getirmişler. Şimdi kendimize soralım; birleşerek güçlenmek mi, bölüşerek zayıflamak mı? Birleşerek büyümek mi, bölüşerek yok olmak mı? Bölüşemezsek işte o zaman bölünürüz!
Şayet samimi isek; Şucu-bucu olmamıza gerek yok, İslam neyimize yetmiyor ki? Dinimizi sultanın/otoritenin etkisinde yazılmış eserlerden biliyoruz, bu da günümüz de dahi halen birçok sorun ve çatışmanın yaşanılmasına neden oluyor. Sorun şu ki, toplumumuzda doğruları duymak artık rahatsız edici bir durum olmaya başlamış oysa ki inananların doğruları söylemesi kadar doğruları dinlemesi ve o doğrultuda hareket etmesi de önemli ve gereklidir.
Eleştirmek başka hakaret etmek başka, daha bunu ayırt edemeyen bir toplumdan doğruyu belirlemeyi ve taraf olmayı beklemek! Bir şey olmak için değil; bir şey yapmak için çabalayanlarla dost ve yoldaş olmak en büyük nimetlerin başında gelir. Yüreğinizi değiştirme imkânınız olmayabilir ama şayet durduğunuz yer yanlış ise yerinizi değiştirebilirsiniz! Zalimlerin hesaplamadığı bir şey var: Halkı arkasına alan bir mefkurenin önünde hiç bir bend duramaz.