Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar siyasilerin kullandığı ayrıştırıcı bir dil yoktur. Seçime gidilir, kendilerine oy vermeyen muhalif partiler hemen paralel yapı ile ilişkilendirilir ve seçmenlerine kadar herkes terörist ilan edilir. Çünkü kendilerini vatanın tek sahibi olarak görürler. Onlar dışındakiler, bir hiçtir! Şimdi de belediyeler üzerinden bu ayrıştırıcı dil, kaldığı yerden son sürat devam ediyor. Toplumlar ve onun uzantısı olan devletler birlik ve beraberlik diliyle ayakta kalırlar. Aksi durum, düşmanlarını sevindirir ve ülkeye ajanların da devreye girmesiyle daha vahim bir yola doğru sürüklenip giderler…
Yazıma devam etmeden önce konuyla bağlantılı bir fıkra anlatayım, sonra bu konuyu biraz irdeleyelim. Cehennemde yan yana sıralanmış, kazanlar oldukça da yüksekmiş. Yani kazanların önüne bekçi filan koymaya da gerek yokmuş. En başta demokrasisi gelişmiş, Amerika, yanında İngiltere, Fransa, Hollanda gibi ülkelerin kazanları ve önlerinde kaçmamaları için bekçi varken Türkiye’nin kazanı önüne birkaç bekçi dikmişler. Cehenneme yeni düşen bir ülkenin vatandaşı, kendi ülkesinin kazanlarına doğru yürürken, Türkiye’ye ait kazanın önünde bekçilerin olmamasına şaşırmış ve Cehennemin sorumlusu Zebani’ye sormuş; “Gelişmiş ülkelerin kazanlarında bekçi varken, neden Türklerinkine birkaç tane bekçi koydunuz?” Zebani, “Yahu onlar yukarı tırmanan birisini görünce hemen paçalarından aşağıya çekerler. Onun için gerek duyulmadı.” diye yanıt verir.
Yaşı ileri olanlar ilk kez böyle bir terörist yakıştırmasını siyaset literatüründe görüyor ve yaşıyor.
Şimdi gelelim, belediyeler ne iş yapar? Kanunda belirlenen görevleri nelerdir? Belediye yalnızca, sokak aydınlatmalarına mı bakar? Ya da temizliğine mi? Görev tanımlarına bakıldığında yani daire başkanlıklarını inceleyecek olursak, oldukça görevleri vardır. Sosyal hizmetlerden tutun da eğitime katkı gibi daha birçok görevler…
Böyle çelişkili durumlarda aklıma hemen İskandinav ülkelerin yönetim biçimleri gelir. Ve onlar ki, dünyada eğitim, demokrasi, basın özgürlüğü gibi insan haklarında ilkleri kimseye kaptırmayan ülkeler konumundadırlar. Bunların başında da Finlandiya gelir. İsterseniz onların belediyecilik anlayışına bir göz atalım. Finlandiya’da belediye demek, ‘Refah Devlet’ anlayışının bir parçası olarak ekonominin içinde önemli bir yer tutan bir kurum demektir. Belediyeler, sağlık, sosyal hizmetler ve eğitim gibi temel kamu hizmetlerinin sunulmasından sorumludurlar. Fin yönetim sisteminin ağırlığını belediyeler teşkil eder ve geniş harcama yetkilerine sahip oldukları gibi aynı zamanda bütün belediyeler eşit statüye sahiptirler. En büyük şansları da ülke yönetiminin belediyelere terörist gözüyle bakmamış olmalarıdır!
Neler Yaparlar?
Belediyeler, alanlarını ilgilendiren konularda kendileri karar verirler. Vergilendirme ve farklı hizmet sunma hakları da vardır. Onlarda hizmet kutsaldır ve ‘sen yaptın ben yaptım,’ ikircikliği yoktur. Sadece Finli’ye en iyi hizmet sunma yarışı vardır. Görevlerinden bazıları; Sağlık; önleyici temel ve uzman sağlık, diş sağlığı, Sosyal Bakım; çocuk, yaşlı, engelliler. Eğitim; ilkokul, spor salonları, meslek yüksekokulları, halk liseleri, kütüphaneler, gençlik merkezleri, Alt Yapı; İmar, tapu taşıma, yerel ekonomi ve teşviki, Güvenlik; Gıda, hayvan refahı, çevre, parklar vs…
Gelelim Ülkemizdeki Belediyeciliğe…
Önce konu ile ilgili bir iki maddeyi yazalım ve bu iki maddeyi birleştirilelim. Belediye Kanunu’nun 60/i maddesinde; “Dar gelirli, yoksul, muhtaç ve kimsesizler ile engellilere yapılacak sosyal hizmet ve yardımlar…” diye görev tanımlaması devam eder. 2860 Sayılı Yardım Toplama Kanunu’nun 3. Maddesinde ise; “Yardımı toplayacak olanlar kamu yararına uygun olarak, amaçlarını gerçekleştirmek, muhtaç kişilere yardım sağlamak ve kamu hizmetlerinden bir veya birkaçını gerçekleştirmek veya destek olmak üzere gerçek kişiler, dernekler, kurumlar,(belediyeler var mıdır?) vakıflar, spor kulüpleri, gazete ve dergiler yardım toplayabilirler.” Denilmektedir. Şimdi bu iki kanunu birleştirin, ne çıkıyor? Yorum sizde…
Madem belediyeler paralel yapı ile suçlanıyorlar, o zaman çıkartırsınız bir kanun ve onların para toplama ve halka yardım yapma yani sosyalleşme kısmını çıkartırsınız. Öyle olunca zaten geriye yalnızca sokak lambalarına bakmak kalır! İnsanın aklına şu soru geliyor: “Acaba büyük şehirlerdeki belediyelerin hepsini AKP kazanmış olsaydı, o zaman onlar; halka bedava ekmek dağıtıp, sahra hastaneleri kurduklarında veya yoksullara yardım kolileri götürdüklerinde paralel devlet yapılandırması ile suçlanacaklar mıydı? Örneğin İstanbul Eski Belediye Başkanlığı zamanında çeşitli vakıflara 800 milyon liraya yakın bir para aktarılırken, “Neden bu parayı aktardınız?” diye hesap sorulur muydu? Veya bir başka soru daha! Konya Belediyesi boy boy ilanları caddelere asıp Corona yardımını İBAN’lara isterken, AKP’li belediyelere de bu paralel yapı suçlaması yapılmış mıdır?
Sanırım bizim birbirimize en büyük zararımız, iyi iş yaptığımızda fıkradaki gibi birbirimizi ayaklarımızdan aşağıya çekmek oluyor… Yani yazımın özeti, “Muhalif isen yardım filan yapma! Çünkü ben seçim zamanı ‘onlar yönetime gelirse size yardım filan etmezler” diye, söyledim. Çünkü “En iyi yardımı biz yapar ve oyları da kaparız.” Meselesidir tüm yapılanlar!
Kaybeden kim?
Ülkemiz…
Ertuğrul ERDOĞAN
Yirmiikinisanikibinyirmi
Korona solda sıfır kaldı üstadım. Bu vatan için verilen canlar, ne yazık ki bugün unutulmuş, büyük bir ihanet içerisine girilmiş. 100 yılın sevincini kursağınızda bırakan virüsler, korona’dan çok çok daha tehlikeli. Sevgiyle.