Günlerden Çarşamba, Yayla’nın pazarı. Pazardan birkaç kilo bir şeyler alıp eve bıraktıktan sonra Kültür sokağından Medikal Paka doğru giderken mevsimin ilk karları yağmaya başladı. Kağıdı kalemi çıkardım bir şiir yazmaya başladım. AVM den içeri girip yukarıda bir yere oturdum. Tam şiiri bağlamayı düşünürken lise talebesi sevimli bir kız müsaade istedi karşımdaki sandalyeye oturdu.
– Amca şiir mi yazıyorsun
– Evet bitirince okumamı ister misin?
– Elbette isterim.
– Ama eleştiri yapmadan çekinmeyeceksin.
Şiirim şöyleydi:
YERYULA (gökkuşağı)
Bizim buralarda, gökkuşağına, yeryula denir.
Rüyanın ruhu manasına da gelir.
Öğretmenlerim, dedelerim, İstanbul’u
Sanki bize rüyaların şehri gibi anlatırlardı…
Bizde küçüklüğümüzden beri hep,
İstanbul hayali ile yaşardık!
İlk defa İstanbul’a gidiyorum.
Otobüsün sol camından, etrafı izliyorum,
Saniyelerin çizdiği resimleri seyrederek!
Bıyıklarım yeni terlemişti.
Ne uzun saçlarım vardı.
Rüyalarımın şehrine varmak üzereydim ki
Birden o, yeryulaya benzeyen,
Her renkten ışıkların yanıp söndüğü,
Altından martıların geçtiği,
Vapur düdüklerinin çaldığı,
Mavi bir yılan gibi kıvrılan boğaz,
Bu demek!
Ya öğretmenlerimin, tarih anlatırken,
Halide Edip’in Kurtuluştan önce,
Attığı o meşhur nutkun, okunduğu yer,
Sultanahmet!
Kubbeler, göğe füze gibi dikilen minareler…
Topkapı sarayı, sanki içine, rüyanın ruhunu gizlemiş!
Ya Ayasofya,
Haçtan hilale dönmüş!
O çınar ağaçlarının;
Dünyanın dört bir yanından gelen,
Her renkten, her kültürden insanları, serinleten gölgeleri…
Haydarpaşa;
A! O resmini çizdiğim kız kulesi karşımda!
Güneş, bir taç gibi duruyor başında,
Bana hoş geldin dercesine!
Rüyaların ruhu İstanbul,
Yeryula gibi gerilmiş duruyor,
Cennetin penceresinden,
Bana el ediyor!
– Güzel oldu beğendim ama başlarken şiirin hikayesini anlatan birkaç satır yazsan daha iyi olabilir miydi acaba?
– Tamam bu eleştirini düşüneceğim.
– Bir de şiir yazılmaz söylenir.
Bu yaşta bu çocuğun bunları düşünmesi beni etkiledi.
– Sen nerelisin.
– Keşanlıyım.
– Belli belli liderlerde hep Balkanlardan çıkar. Sende de bu ışığı görür gibi oluyorum.
– Duyamadım, ben işitme engelliyim.
– Nasıl yani.
– Bak anlatayım: Ben erken doğmanın getirdiği zorluklar sonucunda gözlerimden ameliyat oldum. Ailem, iki yaşından on yaşıma kadar, doktor tavsiyesiyle dudaktan okuma cihazı kullandım. On yaşından sonra sesleri bir birine karıştırmaya başlayınca, farklı bir yöne yönelip,
araştırmalarımız sonunda bir kez daha ameliyat oldum. Arkadaşlarım beni hiç bırakmadı. Bu benim için büyük bir moral oldu. Beni bu halimle kabul ettiler. Beni hiç dışlamadılar. Hayat devam ediyor. Şimdide sizinle sohbet edebiliyorum. Bundan da memnunum.
– Ben de memnunum. Gençler pek nasihat sevmez ama bir iki şey söylememe müsaade eder misin?
– Tabi ne demek.
– Sen akılı birisin, okumayı bırakma, gözün hep yıldızlarda olsun.
– Anladım teşekkür ederim. Şimdi müsaadenizle arkadaşlarım bekliyor.
– Güle güle başarılar.
Unuttum bu arada bana bir soru daha sormuştu
– Sizin zamanındaki geçlerle bu zamanki gençler arasındaki fark nedir.
– Şu andaki gençlikte ahlaki çöküntü var. Eğitim bozuk. Günlük yaşıyor. Ufuk yok ve geleceğini düşünmüyor…
Ama düzelir. Sizin gibilerin sayısı çoğaldıkça…
Yusuf YILMAZ