Şarkı ne demişti?
Aşk her şeyi affeder mi? Bunu bilemem ama görünen o ki gerçek aşk, aşkı için herşeyle mücadele eder. Kurban Said müstear adıyla yazılan Ali da Nino romanı 1973’ te yayınlanmış. Gerçekten yaşanmış mı kurgu mu bilinmez. Kimi öyle der kimi böyle ya, bilinen o ki; Müslüman Ali, Rus Hristiyan Nino’ya sevdalanmış. Ne Nino vazgeçmiş kendinden, ne de Ali. Aşk iki farklı din, iki farklı kültürü birleştirmiş. Gençlerin mücadelesi ile aşkları galip gelmiş. Bir simgedir Batum sahilinde Ali ve Nino.. Ayrı dururlar önce, bakarlar birbirine.. An be an yaklaşırlar yavaş yavaş, bir olurlar birdenbire. Gün boyu sürer Ali ile Nino’nun kavuşma seromonisi. Gecenin karanlığında ışıl ışıldır aşıkların bedenleri. Evet ünlü heykel Ali da Nino’yu unutmayacaktık tabii ki. Bırakalım aşıkları başbaşa ve dönelim güzel şehrin ortasına.
Piazza meydanındayız. Sanki Paris ya da Roma? Küçücük meydan. Yapılar ne zamandan kaldı acaba? Rehberimiz hemen açıklıyor: Eski gibi yenidir bu binalar, Saakashvili zamanında, alınan AB desteği ile yapıldılar. Saakashvili nerede güzel bir şey görmüşse kopyasını konduruvermiş sanki şehre. Aynı İzmir saat kulesi gibi.
Meydan girişinde Eros uzatmış ayaklarını çeşmeye, almış yayını eline , oklar sırtında hazır vaziyette bekliyor avını öyle.
Dediler ki Eros’un çeşmesinden su içen, bir daha gelirmiş o şehre. Bakalım…
Meydanın ortasında 88.000 parçalı şahane bir mozaik. Ortasında Gürcü tanrıça figürleri. Figürlerin arasında küçük bir siren. Sanatçı dayanamamış, kızını siren olarak koymuş tanrıçaların arasına. Renkler şahane, figürler desen öyle. Vitraylar tuvalete kadar bile girmiş, her yerde. Konserlerin,kutlamaların sahnesi bu meydan. 3 saatte bir Gürcü marşı çalınırmış bir dönem. Bir kahve molası meydanda, devam şehri solumaya.
Tek cami varmış şehirde Orta Cami. İç ezan okunurmuş sadece.
Osmanlı’nın izniyle yapılan Aziz Nicholas Kilisesi var sırada. Osmanlı’nın şartı; çan çalınmayacak. Koca çan bahçede yerde.. Güzel kilise.
Sıradaki Meryem Ana Kilisesi.
Komünizm döneminde laboratuvar yapılmış bir dönem. Neogotik tarzıyla görülmeye değer.
Küçücük şehirde geçelim diğer meydana hemen; Avrupa Meydanı. Yunan mitolojisinde zenginliği, gücü ve iktidarı temsil eden altın post, altın taclı Medea’nın elinde bakıyor yukarıdan size. Üstünde yükseldiği sütun kaidesinin 4 tarafında Yunan mitolojik küçük figürler. Medea, neydin aslında sen? Zehirli bitkilerle uğraşan bir kadın mı? Şifa dağıtan mı? Bir büyücü mü? Bir tanrıça mı?
Yoksa, rivayete göre eşinin üstüne getirdiği kumayı, zehirli bir elbiseyle öldürebilecek kadar ileri giden bir intikam meleği mi?
Fıskiyeler, çiçekler meydanda. Binalar yine bildiğiniz gördüğünüz tarzda değil, eski gibi yenilerden burada da. Başbakanlık binasını ise, iki saçlı sakallı iri yarı adam, tutmuşlar köşesinden destekliyor. Yanında astronomi saati ile saat kulesine ulusal banka olarak kurgulanmış bina.
Dört yanınız casinolar.. Birbirinden şık, Duvarlarında heykel süslemeler. Monte Carlo gibi sanki. Vatandaşlarımızın casino sevdası haklı mı ne bilemedim şimdi.
Tiyatro Meydanı’nda bir Paris havası. Meydanın ortasında bir İtalya havası. Neptün elinde 3 başlı mızrağı 4 köşede çocuklar, elinde balıkları ve alt köşelerde yunus üstünde nereidler.. Ufak bir detay var aradaki kısımda. Sigara içen bir adam kafası bakıyor 4 yandan bana. Bunun anlamı ne acaba?
Evet her taraf heykellerle dolu.
Roma misali.
Geçelim meydanları. Yol üstünde, yeni yapıların arasında halen kullanılan komünizm zamanından kalan toplu konut binaları göze çarpıyor. Herkese barınacak bir ev, ne güzel bir istek..
İnsanlar, kibar nazik, anlayışlı. Kaldırımda bekleyen yaya gördüğü an, arabalar zınk diye duruyor birdenbire. Kibarca “buyrun geçin modu.”. Alışkın değiliz böyle şeylere, bünyeyi bozacağız sanırım burada.
Gece, şehrin güzel ışıkları her yerde. Sahile konuşlanmış parklar, birbirinden uzak, ses gürültüsü yaratmayan mekanlar, yeşil çimler, bağırıp çağırmayan insanlar, müzikle dans eden fıskiyeli renkli havuz, önünde masum bir melek. Bu havuzun bulunduğu alanda, uzun sütunların üstünde, şık giyimli, enstrüman çalan çocuk heykelleri eşlik ediyor aydınlatmaya. Denizin içine doğru giden bir iskele. Korkuluklar atlayamayacağınız şekilde. Ayrı aydınlatılmış, ikişer kişilik alanlar yaratılmış insanlara.
İşte size Gürcistan’a Tiflis’e bağlı özerk Acara’nın başkenti, yeniden yaratılan Batum’un hikayesi.
Eee böyle bir şehri kim sevmez ki? Fırsat bulursanız gidin derim. Bana bakmayın, ben Eros’tan etkilendim, yine fırsat bulursam giderim.
Seyahatimizi planlayan Yusuf Nuraydın’a, rehberimiz Nurhan Bayraktar Alp’e teşekkürlerimle.
Anlatıda kusurum olduysa affola…
Aydınlık, huzurlu, refah dolu, özgür ve eşit yarınlar dilerim.
Sevgi ve saygılarımla.