Terörist devletti, terörü devlet yapıyordu. Kalem oynattıklarında, Hitlerin vahşetinden bahseden, İsrail bu devirde, Gazze’de hastane ve okulları bombalıyordu. Patlayan bombalar, cehennem gibi yanan binalar. Bez çadırın içinde, yeni doğmuş bir bebek. Ciğerlerine giren havanın etkisiyle, bronşçukların ve hava keselerinin verdiği acıyla avazı çıktığı kadar çığrışan bir bebek.
Annesinden bir yudum süt ve hemşireden bir damla su yutabilen bir bebek. Anne parçalandı ve yavrusunu bırakıp gitti. Gencin “geçmeme izin verin,” diye bağırması. Beze sarılı bebek olduğu halde molozlardan atlayıp çocuk koğuşuna doğru koşması.
Bebek, annesinin bir yudum sütüyle gözünü iki defa dünyaya açması.
İşte, ömür boyu çığrışacağın veya çığrıştığın Dünya…
Çocuk koğuşunda hemşire, çığrışmalara bir yenisi daha eklendi. Bir damla şekerli su aradı. İki dudağı arasına damlattı. Bir yudum süt ve iki damla su… Çocuğun çığrışması kesilmedi.
Aranan anne sıcaklığı…
Makineye bağlı çocukların hiçbiri kendinde değildi. Çığrışmayanı hemşire kız, kapının arkasındaki el arabasına yatırıyor ve üzerini örtüyordu. Sesi kesilen bebeklerin yaşamlarının kaç saat veya kaç gün olduğunu bilemiyorlar ama yeni doğanları hesap ediyordu.
İçeri giren doktora hemşire kucağındaki bebeği işaret ediyor. Doktorun yapacağı anasını sormak oluyor. Biraz önceki bombalamada parçalandı. Hemşire kız, ana sütü gerekir mi? diye sordu. Doktor bir damla su ver, dedi.
Bebeklerin sesi hiç kesilmiyordu. Odanın içinde konuşmalar duyulmuyordu. Bebeklere göz gezdiren doktor, fiziki darbe alanların sancısı dinmez, dedi.
Doktor, konuşmasına devam etti. Bölgede kimsenin sancısı dinmez. Karşılarında insan kasabı zalimler varken, acının dinmesinden bahsetmek ne derece doğrudur, dedi.
Televizyon sehpasına yatırılan bebekler ise daha çok su damlatılmasını istiyor ve çığrışıyordu. Bacaklarını sallıyorlardı. Su bulunamıyor ve ağızlarına damlatılamıyordu.
Bir damla su, belki hayat kurtaracaktı…
Kırk beş dakikadır çığrışan bebeğin üzerine yeni gelen olmamıştı. Dakika hesabı dünyanın havasını soluyordu. Dünyayı görmüştü. Acaba ne düşünüyordu. İnsanlar için, insanca düşünebiliyor muydu?
Hemşireye büyük bir bez verdiler ve bebeği sardı. Üşüyordu, doktor bacaklarını kasıyor gaz sancısı, dedi. Bebekte gaz sancısı, yıkım arasında, çığrışan bebek ve elli dakika. Doktor, odanın içini havalandırmak istedi. Fakat toz kümesine karşı yapılacak pencerenin kapanmasıydı. Bebeklere su ve hava yasaktı.
Bu kadar gaddar ve zulüm dünya yüzünde görülmemişti. Bebeklerden ne istiyorsun. Yetmedi mi içtiğin kan.
Bebekler bombanın sesine aldırış etmiyordu. Çünkü aynı tempoda çığrışıyordu. Yeni doğmuş elli dakikadır yaşayan ve gözlerini iki defa dünyaya açan bebek, anne sıcaklığını ve dünyayı doyasıya görmeyi mi arıyordu.
Yüzü kararmaya dönmüş ve çığrışması, güç kaybettiğini gösteriyordu. Bir damla daha su arandı. Yine bulunamadı.
Bir yudum süt ve bir damla su…
Bebeğin ayaklarını ısıtmaya çalıştılar ve elli beşinci dakika bir defa daha gözlerini açtı. Sis içinde bir oda gördü. Hemşire doktora seslendi. Dışarı çıkaracağım, dünya gözüyle gökyüzünü ve ağaçları görsün, dedi.
Hemşire uçağa binsek ve yükseldiğimizde, Allah’ın izniyle, sağlıkları için Türkiye’ye gitsek diye bağırdı. Yeni bebekten ses çıkmamaya başladı. Yüzü kararmış ve soluksuz kalmıştı. Bir damla su geldi ve dudakları ıslandı. Bebek suyu içine çekemedi. Yeni bebek bir saattir yaşıyordu.
Bir yudum süt ve iki damla su, bebeğe yetmemişti. Hemşire hangi bebeğe, ağlayacağını şaşırmıştı.
“Dursun bu vahşet,” diye bağırdı.
Hemşire içeriye gelen ablasına bir saksı çiçek bulabilir misin? Dedi. Biraz sonra saksı çiçeği geldi ve bebeği saksının kenarına koydu. İnsanlar dünyanın en güzel, çiçeğinden güzel kokular almalıdır, dedi.
Hemşire; “o doğarken ölmüş,” dedi.
O gün bebek odasından sağ kurtulan olmamıştı.
Lanet olsun böyle insansılara…
Hasan TANRIVERDİ