BUGÜNLERDE gece-gündüz rüya görenler hayli çok.
Memleketin bir bölümü şimdi adaylık rüyasının peşinde.
26 kişinin aday olacağı İzmir’de, partilerde aday sayısı 600’ü aştı.
Aday adaylarına bakıyorum, bir kısmının yürüyüşü şimdiden değişti. Hele “nasılsınız Sayın vekilim” denildiğinde gözlerin içi parlıyor.
Onlar gündüz rüyası içindeler, bense bir gece rüyası gördüm.
Ve adaylıkla hiç ilgisi yok.
* * *
Cumhuriyet Meydanı’ndan Cumhuriyet mitinglerindeyim. 2007’deki gibi… Ama bu kez az, çok az kişiyiz. Birbirimize bakıyoruz. Başka kimse gelmeyecek mi diye.. Geliyor.
Polisler geliyor. Ellerimize kelepçe takıyorlarlar.
Biri başımı hafifçe itiyor. ne oluyor anlamadan kollarımıza giriyolar.
“Kardeşim ne diyorsunuz, ne Ergenekon’u ben sadece ülkem, ılımlı İslam ülkesi olsun istemiyorum.
Bağımsız, bilimsel, tabanın da mutlu olduğu demokratik, hukuk devleti.
Tek isteğim bu. Vallahi, billahi başka bir dileğim yok.”
“Tabii” diyorlar, “Ergenekoncular da böyle diyor”
Ne kadar zormuş masumiyeti anlatabilmek. Neyse ki ben uyanıp kurtuluyorum, uyanıp da yaşadıklarından kurtulamayan gazeteci arkadaşlarımın neler yaşadığını aklımdan geçirerek…
* * *
Geçen pazar günü Nevruz kutlaması vardı. Emniyet beş yıl önceki olaylı Nevruz kutlamalarından sonra ilk kez Gündoğdu’da kutlamaya izin verdi.
Hatta gazetemizde güzel bir manşet attık. “Bayram Olsun” dedik. Bu kez, bayram olsun.
Olaysız geçti en azından.
Gündoğdu bize yakın, bayram olsun dedik ya, aileyi toparlayıp uğrayalım dedim.
Geç kalmışız, katılımcılar dönüş yolunda.
Rastladığımız kadınlar çok hoş rengarenk uzun elbiseler giymiş. Kürtçe konuşuyor, arada türkü söylüyorlar. Delikanlılar yüzlerini kapatmışlar, gözleriyle çok sert, nefret dolu bakıyor, sloganlar atıyorlar.
Onlar bağırınca bizim oğlan da galeyana geldi, başladı bildiklerini sıralamaya, “En büyük Türk Atatürk, Yaşasın Cumhuriyet”
Birden o gençler öyle bir toparlandı ki, oğlanın ağzını kapatmak için üzerine atladık adeta.
Annem söylene söylene geri döndü.
“Ne nevruzu öldürtecek misin sen bizi”
* * *
Bir başka sahne daha var, son günlerde yaşadığım…
Oldukça şatafatlı bir davetteyiz. Davetliler inanılmaz şık. Yarı bele kadar açık tuvaletler giymiş kadınlara, şık beyler eşlik ediyor.
Birden dikkatimi çekiyor. Birkaç kişi “aday adayımız”, “sayın vekilimiz” diye tanıtılıyor.
Hoşuma gidiyor, zarif insanlar, mesleklerinde başarılılar.
Çoğunun iktidar partisinden aday olması da dikkat çekici.
Belli ki liberal kesim artık iktidar kanalında buluşuyor.
Çok heyecanlılar…
* * *
Evet, şimdi heyecan dorukta, adaylar, listeler netleşecek.
Çoğu aday seçim heyecanını duyarken, kaç kişi bu ülkenin zorlu atmosferinde yol alacağını düşünüyor acaba…
Milletin vekili olmak enterasandır.
Başarısız olmanın bedeli yok.
En fazla bir daha seçilemezsiniz olur biter.
Ama ya bu ülkenin gerçek sorunlarına parmak basmaya, eğilmeye niyetli olanlar..
Demokrasi mücadelesinin arasındaki soru işaretlerini aramaya, eşitlik ve toplumsal barışın etnik tavizsiz çabasını sunmaya, yeniden birbirimize gülerek ve anlayarak yaklaşabilecek bir toplum mimarlığına soyunmaya, toprağın emeğin değerini slogandan öteye taşımaya hazırlananlar…
İşleri seçilmekten daha zor…
Millette heyecan, ben de ise onlar adına bir tuhaf telaş…
Nedense!..
BLOG
CENGİZ OKARAN: Hükümetten sonra muhalefet partisi de 2B orman vasfını yitirmiş arazilerle ilgili vaadini açıkladı. Sonuçta onlar da şehirde zengin kişilere bu arazileri satacaklar. Orman içinde ise orman köylüsüne satacaklarını söylüyorlar ama artık kaç orman köylüsü kaldı. Bana göre bu da oy avcılığının bir başka biçimi olacak. Yine torpilini bulan bu arazileri satın alacak. Satıştan vazgeçilerek bu arazilerin yalnızca tarım arazisi ya da yeşil alan olarak değerlendirilmesiyle ilgili başka formül getirilmeli.