Sahafın döküntü kitapları arasında, satılık olan, bir albüme rastladım. Ömür dediğin beyaz kartlara sığdırılmış, tozlu rafların döküntüleri arasında yerini almıştı.
Bir garip oldum, duygusal yanım ağır bastı ve hüzünlenip kitapların yanına çöktüm. Başıma bir ağrı girdi, gözlerim buğulandı. Rafların köşesine atılmış haldeki bir ömrü şifreleyen albümü elime aldım. Gerçekler yakama değil, yüreğime takıldı. İçimdeki üzüntü acı yangına dönüştü. Uzandım ve başımı kitaplara koydum. Gözlerim kapandı, martı seslerini duydum. Kayıkta oltayla oyalandım.
Sahafa sattığı kitapları arasında albümü de varmış. Yoksa karışmış mıydı? Bilemedim. Albümü elime aldım, ilk ve son sayfasını çevirdim. Sahaf arkadaşa; albümü sana satılması için mi verdi, dedim. Sahaf arkadaş bir şey söylemem zor, dedi. Fakat sahaf, kitaplarını satan kişi emekli, hayata küsmüş, ruhu aktivitesini, gücünü kaybetmiş ve tepkisiz bir insan, dedi.
Sahaf arkadaşa, albümü sahibine götürüp senin gönderdiğini söyleyip takdim etsem bir mahsuru var mı? Acaba tepkisi ne olur. Merakımı mazur görün, dedim.
Kapının ziline dokunana kadar, albümüm sahibiyle tanışacağımı sanmıyordum. Biraz bekledim. İkinci defa dokunacaktım ki, kapıyı bir bayan açtı. Vücut dili hizmetli olduğu intibaını veriyordu. Heyecan içinde baktı ve buyurun dahi, diyemedi.
Sahaftan geliyorum, albümünüzü gönderdi. Beyefendiyi görmek istiyorum. Bayan içeriye gitti ve az sonra geldi, “Buyurun” dedi. Eşikten içeriye adımımı attım. Efsunkâr bir hava çarptı yüzüme. Koridordan geçtik ve salonda oturdum.
Peşimden üç beş tel saçıyla molozlar arasından çıkmış vaziyette ve yıkılmış birisi göründü. Perişanları oynayan hurdaya dönmüş bir rolü vardı. Görünüşü içler acısıydı. Hayatının en büyük darbesini yemiş gibiydi. Hala eziliyor ve un ufak oluyordu. Hurda aksamlı bir otonun şahane koltuğunda direksiyona tutar gibi nazik bir şekilde “Hoş geldiniz” dedi. Sesi kalbinin derinliklerinden geliyordu. Sanki yaşadığının farkında değildi. Sehpaya bıraktığım albümü gördü. “Anılarıma sığınamıyorum, aksine kaçıyorum. Mazide kalan son anım da albümdü, onu da bir anlık duygu kaybıyla kitaplarımın arasına kattım. Fakat gönderdiği için teşekkür ederim, diyebildi.
Özür dileyerek, geliş nedenimi kendisine de açıkladım. “Kitaplar arasına karıştığını sandığım albümünüzü getirdim.” Gözlerini karşıdaki tabloya dikti ve bir süre sessiz kaldı. İçten ve tüm duygusallığıyla tekrar teşekkür eti. Gözlerine baktım, hata etmişsem üzülürüm, dedim.
Emekli harabe kalenin yağmur ve kardan dökülmüş duvarlarına rağmen temeli sağlam kalmış bir tavır sergiledi. Bir anım diğerine uymuyor. Bayana seslendi ve denize nazır çaya çıkacağız, dedi. Emekli biraz kendine gelir gibi oldu. Hurda motordan sesler gelir gibiydi. Akü kıvılcımını salmıştı. Yüzü aydınlandı ve farları yanmış gibiydi. “Hayat, ölçüp biçiyor, soluk aldırmıyor ve sonra salıveriyor,” dedi.
Karşımda sarsılmış yıkıma uğramış ve çatısı çökmüş bir köşk görür gibi oldum. Bu defa işte hayat dedim ve nasıl davranacağımı şaşırdım. Emeklisin, dedi. Hayata dönmüş gibiydi. İnsan yaşananları kabulleniyor. Albümde bir ömrün her kademesini simgeleyen, imzalar vardır. Hayatın tatlılığının bir gül bile özetidir. Yaşananları, bazen de bir acı biber bile ortaya koyuyor, dedi.
Çay için kalktık, albümü masanın üzerine koyarken, ilk ve son fotoğrafa kadar baktım, dedim. Sözüme aldırmadı ve Moda sahiline indik. Oturduk ve hayat hikayesini özetlemeye başladı. Bazen güldü ve çoğu zaman da ağladı. Baharı ve kışı yaşar gibiydim. Yalnız ona bakarak sonbahar havası gibi ne yapacağıma karar veremedim.
Konuşmaya zor başladı. Başını öne eğdi, dudaklarını ıslattı. Hatırladığım kayalardı. Büyük bir patlama oldu. Sonrası hastanede sargılar içerisinde iki hafta olduğunda gözlerimi açtım. Yoğunlaşan zihnim çok az görüntü kaydetmişti. Gösteri başarılı geçmişti, ta ki kayalara kadar. Kayalar kara bir perde gibi üzerime kapandı. Hayatımdan coşkulu anılar çekildi. Belleğim yoksullaştı. Sevgi ve neşe pınarım, göz yaşlarım gibi kurudu.
Yaşantımda anlamlı olan her şeyimi kaybettikten sonra, albümü gözüm görmedi. Geriye kalan puslu bir belleğimde anılarımın tamamen silinmesini diledim. Arkadaşlarım geliyor ve her defasında tanımıyorum. Gece ve gündüzü ayıramaz oldum.
Fotoğraflara ve davetiyelere bakamıyorum. Kızımın nişan davetiyesini dağıttığım günü hatırlamak istemiyorum. Aklımın her yanı onlarla dolu, onların çığlıkları onların gülüşleri kulağımdan çıkmıyor. Sohbetimiz ve başarılarından güç alıyordum. Akşam yemek saatinde eve gidemiyorum. Bir ara aklımı yitirdim sandım. Ayak sesleri bile beynimi zonklatıyor. Rüzgârın esmediği bir tepede uyumak istiyorum. Yollarım taşlı ve dikenli yürüyemiyor, çiçeklere bakamıyor ve hiçbir şey hissedemiyorum.
Yaşananları albüme sığdırdım. Fakat köşküme sığdıramıyorum, dedi.
Hasan TANRIVERDİ